Bu Soruyu sormadan önce, “ebeveynler neden doyumsuz?” diye sorulmadığı sürece çocuklara ayıp etmiş oluruz! Başlıktaki soru hiç de adaletli olmayan bir soru olmuş olur. Bu soruyu soranlara birileri de “sen kör müsün?” diye sorarsa yanlış yapmış olmaz. Çünkü bu soruyu soran, ya aynaya bakmıyor ya da kendisini aynada göremiyor?
Çocuklar sesle değil görüntüyle öğrenir. Görüntüyle öğrendiği şeyleri kolay kolay unutamaz. Ergen ve gençlik dönemi de görerek öğrendikleriyle yaşamını devam ettirmesi dönemidir. Zaten bu yüzden okullarda eğitim verilemiyor çocuklara, ya da çok zorlanılıyor. Hem alıcı müsait olmuyor, hem de aktarıcı çocuğun anne babasından pek de farklı değil. Aynı toplumun anne babasıdır öğretmenler.
Çoğu zaman ebeveynler çocukların bitmek bilmez isteklerinden dert yanarlar. Haklıdırlar. Çünkü artık çok oluyor, altından kalkamıyorlar. Ancak bu istekleri biraz da kendileri oluşturmuyor mu? İstemeyi, daha çok istemeyi anne babayı modelleyerek ihtiyaç haline getirmiyorlar mı? Biraz düşünmek lazım! Anne ya da baba, onlarcası varken, elinde yeni ayakkabı kutusu ile eve girdiğini çocuk gördüğünde, onun da yeni bir oyuncak beklentisine girmesini engelleyebilir misiniz? Reklamlar çocuklara al diyor, siz de bunun kapısını aralıyorsanız, bu durumda çocuğa; “yeterince oyuncağın var, bir tane daha oyuncak alamayız” derseniz bunun izahını yapabilir misiniz?
Bir çocuğun anne babasının ayrı ayrı arabası varsa, her sabah ne giyeceğine saatlerce karar veremiyorsa, çoktan seçmenin sıkıntısını yaşıyorsa, çocukların doyumsuz olması kaçınılmaz olur. Her elbisenin ayrı bir ayakkabısı olursa, ayrı bir çantası olursa o evde doyumsuz çocuklar yetişir.
Abartısız söylüyorum. Bir evde eşinden ayrılmış bir bayan öğretmen tayini çıkan yeni görev yerine taşınmak üzere eşyalarını toplamıştı. Evin yeniden kiraya verilmesi için neler gerekli diye uğramıştım. Evdeki ayakkabı kutularını gördüm ve hayretler içinde kaldım. En az elli çift ayakkabı. Çocuğun oyuncakların gördüm ve annesinden aşağı kalır tarafının olmadığını müşahede ettim! Çocuk psikolojisinde “çocuklar ailelerinin özelliklerini içselleştirirler” denilir. Çünkü öğrenme sürecinde ilk olarak anne-babalarını model alıyorlar. Çocukların aile bireylerini taklit ederek bulundukları ortama uyum sağlamaya çalıştıkları bir gerçektir. Bu olayda buna canlı şahitlik yaptım. Evet, çocuğu doyumsuz yapan anne-baba ve eğitim sistemimizdir. Televizyonlar bu eğitim sisteminin bir parçasıdır.
Bir başka yönünden bakacak olursak, “çocukların susması için onların ağzına bal çalmak” da doyumsuz çocuk yetiştirmenin başka bir yönüdür. Çocuklara ayıramadığımız zamanın, onlarla oynayamadığımız oyunların telafisi bahanesiyle, kendi günahımızı telafi etmek için, sebepsiz yere aldığımız hediyelerle, isteklerinin çoğalmasını biz yaratmıyor muyuz? Bir başka yanlışımız da; “aman yoksun olmasın, başkasında gördü, onda da olsun” diye, iyilik yaptığımızı sanıp, doyumsuz çocukların alt yapısını oluşturmuyor muyuz? Yemeğini bitirdi, karnesinde takdir belgesi getirdi, sözümüzü dinledi diye verdiğimiz ödüllerle meşrulaştırmıyor muyuz daha çok istemelerini?
İstek ve ihtiyaçları birbirine karıştırıyoruz. Temel ihtiyaç, kişinin hayatına devam edebilmesi için olmazsa olmazlarıdır. İstek ise; kişinin bireysel beğenilerine bağlıdır. İstekler birer ihtiyaç değildir. Dinimiz istekleri nefsi, ihtiyaçları meşru görmüştür. Ebeveyn olarak bir görevimiz var ise, o da çocukların isteklerini değil, ihtiyaçlarını karşılamak olmalı. Tabii ki buna kendimizden başlamalıyız. Fazla mı geldi? O zaman ihtiyacı olanlara ver ki çocuklar paylaşmayı öğrensin, doyumsuz olmasın. Sınıfında, ihtiyaçları anne-babası tarafından karşılanamayan arkadaşlarına yardımcı olmayı öğrensin. Okurken adam olmayı da öğrensin!
Evet, çocuklarınızda hangi değerin gelişmesini istiyorsanız, kendi değerlerinizi gözden geçirerek işe başlamalısınız. Kendileri için bir anlamı olmayan değerin, çocuk için de anlamsız olacağını bilmelidir anne-baba ve büyükler. Hazzı ertelemek zordur, nefse ağır gelir. Ama şunu unutmamak lazım ki, mutluluk paylaşarak büyür. “Veren el alan elden üstündür.” “Rabbena hep bana” mantığı doyumsuz insan olmanın en büyük müsebbibidir. Bunun küçüğü büyüğü olmaz.
Bir âlim ziyaretçilerine demiş ki: Hep bana geliyorsunuz; bir gün de kendinize gelsenize! Hatalarımızı, hatalarımızın çevremizdekileri nasıl etkilediğini tespit etmemiz gerekiyor. Kendimiz hata yaparken, yanlışlar içinde yüzerken, başkalarından olumlu kişilik kazanmalarını bekleyebilir miyiz? Eskilerin doyumsuz çocuklar meselesi yoktu. Çünkü onlar doyumsuz değillerdi. “Ne ekersen onu biçersin” atasözünde olduğu gibi iğneyi kendimize batırmalıyız! Geç kalmadan kendimizden başlayalım bay büyükler!
İsmet YALÇINKAYA
12.12.2019
Bir Alıntı
Pakistan’da bir hadis enstitüsünü ziyaret ettim. Binlerce öğrenci Ebû Davud’dan taharet (temizlik) konulu hadis ezberliyor, sular seller gibi okuyor. Lakin enstitüde abdest almaya temiz bir yer bulamadım.
Abdest alınan yerde tavandan misvaklar sallanıyordu, dehşete düştüm.
Hac sırasında kızımın fotoğrafını çekerken birkaç polis geldi, makineyi aldı, filmi çıkarıp attı. Neden yaptınız, dedim; haram dedi, hadis var, dedi. Her resim haram mı, dedim; evet dedi. Cebimden riyal çıkardım Kral Fahd’ın resmini gösterdim; “o başka” dedi.
Hadis ve sünnet bir taklit ve kopyalama değildir. Peygambere tâbi olma meselesidir. Şekli olarak taklit etmenin bir kıymeti yoktur.
Hadis ve Sünneti bir külliyat olarak değerlendirecek vasıfta olmayanların değerlendirmeleri ilmen mu-teber değildir.
Bilgiye ulaşmanın kolaylaşmasıyla ve dijital imkânların etkisiyle bir sokak fıkhı oluştu, akademisyenler bile artık sokak baskısı altında yorum ve değerlendirme yapıyor.
Risaleti rivayetle, Rasulü râvi ile bir tutmamak lazım.
İncili çoğaltınca Hıristiyanlığın başına gelenler, oryantalistler için ilham kaynağı oldu. Hadis ve sünnet işine girdiler, bu mevzudan ümmet içinde ihtilaflar yeşertmeyi planladılar. İngiliz şirketleri Hindistan’da hadis kitabı basmaya ciddi para aktardılar.
Hadisler 3 asırlık hafızasıdır İslam tarihinin. Peygamberi, ashabı, tâbiini, olayları, mekânları, toplumsal faaliyetleri bulursun orada. Bu muazzam bir birikimdir. Hadisi devre dışı bırakınca hafızamızdan da oluruz.
Hadis usulü öğrenmeden hadisleri değerlendirmek sakıncalı bir durumdur. Ciddi bir “usul” sorunu var.
IŞİD, Fiten hadislerinden ortaya çıkmıştır.
Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
(H24Haber)