BİLİM VE EDEBİYAT
Adını koyduğum ve koymadığım onlarca deneme, masal ve hikâye arasında yoğun bir değerlendirme çalışması içindeyim. Saatlerce okuyor, okuyor, okuyorum…
Değerlendirme için ayırdıklarımı Türkçe öğretmenlerine gönderiyorum. Türkçe öğretmenleri çalışmaları okuyor ve atölye çalışması yapıyorlar. Yeni bir alanı park yapan bahçıvanlara benzetiyorum.
Sonra edebiyat öğretmenlerimizle çalışıyorum. Pesaj mühendisleri gibi. Estetiğe bakıyorlar. Şekil ve düzen olarak oturuşu netleştiriyorlar.
Yayınlanmak üzere olan bir eser en az beş eğitimci tarafından inceleniyor ve öğle yayınevine gönderiliyor. Bu deneme veya şiir kitaba alınmamalı denilen çalışmalar çıkarılıyor.
Bu çalışmalar, kendi sistemimizi oluşturuyor ve kendimizle, eserlerimizle barışık olduğumuzu, sevdiğimizi netleştiriyor.
Kendi yüreğimizle barışık olmanın kelimelere dökülüşünde sohbetimiz ve muhabbetimiz var. İlmi ve âlimi bilenlerdeniz. Ahlak ve hikmet deryasında, adalet ve kul hakkı ikliminde bütün mevsimlere teslim olmuşuz. Nefes alışımız dahi helal lokma olsun diye. İşte bu nedenle yazıyorum.
İnsaf ve merhametin… Sabır ve hoşgörünün ötelenmediği… Kul hakkının ve dahi liyakatin yok edilmediği… Günlerin üzerimdeki ağırlığı ile akşamı sabaha karıyorum.
Bilim ve edebiyatın, kültür ve sanatın beslenmesi, desteklemesi toplumun beklentisi diyorum.
İnsan, insanî değerleri iyi bilmeli, anlamalı ve kavramalıdır. O zaman birçok problemin çözümünde zorlanmayacaktır. Bilim ve bilgi seviyesinin bilincinde olanlar, gece ile gündüzü, beyaz ile siyahı, sıcak ile soğuğu karşılayan, yaşayan, gülümseyen bir olgunluğun idrakiyle hayatın akışında huzura ulaşacaktır.
Görüldüğü gibi yazmaya başlandığında, kendi akışında yürüyen, yazarı yönlendiren duygular ne kadar rahat olursa okuyucuya giden yollarda o kadar sağlıklı yürüyecektir.
İşte gelinen noktada düşünmek, var olanla sörf yapmak, dalgalarla dans etmek, kelimelerin ara sokaklarında sevgiye ulaşmak için gayret etmek ne güzel.
Mayamız, özümüz, korumuz, nefesimiz sevgi olsun.
Okumak, araştırmak, paylaşmak, üretmek böyle bir şey… Yapılan işin tadını çıkarmak. Kendine, ailene, milletine faydalı olacak çalışmalar yapmak…
Ne çok şeyler öğretiyor hayat insana. Ağlamayla başlayan dünya hayatının her safhasında bir başka basamakta, toprakta, sokakta, caddede ve dahi gülmeyi, evlenmeyi, evlat sahibi olmayı daha neler neler…
Sevdiklerini bir bir toprağa yerleştirmeyi, gidenlerin bir daha gelmeyeceğini, yakmanın ve yanmanın kibrite ihtiyacı olmadığını… Daha ne çok şey var tabii, direnmeyi, güçlü olmayı, dost kelimesinin derinliğinde yediği golleri, akrabaların dünya malına bağlılıklarını, yalnız kaldığın yılların ve son demin pişmanlıklarını, kimseye güvenmemeyi, kalabalıkların akışını öğretiyor…
Milyarlarca insanın içinde yapayalnız kaldığın dakikalarda, kendi içinde gizil güçleri ortaya çıkarıp sessizce kendi ekseninde dönerken gülümseyişle tamamlanan vakte ulaşıyor…
Her şeyin mümkün olduğunu öğretiyor.
Kaybolduğun kalabalıkların içinde kendini nasıl bulduğunu, “ben” diyebilmenin rahatlığında ait olduğun yere ulaşıyorsun.
Kırılanlar, ağıtlar, haramla dolu cüzdanlar, günahla sevabı karıştıranlar, hak etmeden yiyenler içenler beni sözün ve kelimelerin bittiği noktaya ulaştırıyor.
Şiir akıntılarım böyle başladı. Güneş daha geceyi teslim almadan, dua vaktimin serinliğinde huzurlu saniyelerde…
Osman BAŞ