BALKON

Karşıdaki yuva kadar balkonu yeni camlattılar. Rengârenk çamaşır kurutma telleri dışarıda kaldı. Kocaman kapılı bir de dolap yaptırdılar mı sana, tabandan tepeye kadar, beyaz boyalı güzel dolabın iç bölümlerinde, raflarında neler saklarlar, kim bilir…

Çamaşır iplerinin bağlı olduğu metallere çifte kumrular dadanmış. Birisi gelince süzülerek, göz açıp kapayıncaya kadar öbürü de yetişiyor. Birbirinden ayrılmayan sevgililerin çifte kumrulara benzetilmesinin ete kemiğe, tüye teleğe bürünmüş en somut halini bu kumrularda görmek olasıdır.

Çamaşır kurutma tellerinin metallerine konan kumrular, önce vaziyet alıp ihtiyaç giderirler, bahçeye doğru, sanki bu metaller tuvaletleriymiş gibi. Sonra tüylerinin tümünü kabartıp başlarlar bitlenmeye. Öyle ki gagalarının ulaşabildiği hiç bir bölgeyi bırakmazlar. İşleri bitince boyun tüylerini şişirerek bir müziğe başlarlar ki çok uzaklarda bile duyulur. Bu müziklerinden dolayı olmalı, bizim köyde bazı kuşlara “Guguk kuşu” derlerdi. Acaba guguk kuşu dedikleri bunlar mıydı ki?

Evin hanımı illallah diyor kumrulardan. Yine de mutfak penceresini önüne ekmek kırıntısı bırakmadan edemiyor. Nasıl illallah demesin ki, kimi sabahları kalktığında balkondaki çiçeklerin toprakları didiklenip, yerlere serildiğini görünce cinleri tepesine çıkıyor, bununla da yetinmemiş, dışarıda ne kadar çer çöp var ise balkona taşımışlar, bir gün. Belli ki uygun bir yere yuva yapmak için malzeme hazırlamışlar.

Saksı topraklarının didiklenmesine dayanamayan hanım, balkona yuva kurulmasına razı olur mu? Balkon camlatılmadan önce kuşun birisi uygun bir yere yuva yapıp yumurtasının üstüne oturmuştu da günlerce kimse rahatsız etmemişti. Vakti gelince bir dağınık yuva, birkaç yumurta kabuğundan başka kuş ve civcivin yerinde yeller esiyordu.

İki ihtiyar, yol manzaralı balkonlarında kahvaltı yapmak isterler, sabah sabah. Önlerini, kitaplığın bahçesindeki kocaman çınarın dalları perdelemiştir. “Çınarın dallarından görüşümüzü açacak kadar bir kısmını budasanız” demiş ihtiyarın birisi, müdüre. Müdür de belediyeye havale etmiş. Her gün kamyon kamyon caddelerdeki ağaçların yeni budanmış dallarını taşıyan belediye, Seven Çamlıca’nın korkusundan balkon sakinlerinin bir nefes alacakları kadar kısmını budayamıyormuş.

“Çınarları budarsak, müzevirin birisi hemen fotoğrafını çekip Savan’a yetiştirir. Artık işin yoksa laf anlat gazeteciye” diyesiymiş, belediye.

Diyor ki ihtiyarlar:

-Şehirlerde ağaç dikilmez. Kimsenin görüş alanını kapatmamak için ağaççık dikilir. Yeşili severiz. Her yanımız yeşil ama bizi dünyadan koparacak kadar perdeleyen yeşili de sevmeyiz. Ne demiş, atalarımız, “Azı karar, çoğu zarar, her gün bal yesen baldan usanırsın.” Yeşil sevgisinin de bir ölçüsü, bir sınırı olmalı canım, değil m?

Yani…

Rasim Canbolat:

This website uses cookies.