BİR AŞKIN İKİ YALNIZI
Şiirin büyülü mısralarını sıkı sıkıya yakalamış bir şairin yazdıkları ile gezintiye çıkmanın, şiirin ara sokaklarında yol almanın, hakkında yazmanın zorluğunu yaşıyorum.
Önsöz ve sunuş yazılarının tahlillerinden alıntılar yapıyor, şiir denen uçurtmanın ipini kavrayan ve boşluğa bırakmayan şairden bahsediyoruz.
Bilirim, şiir olmak, şiir yazmak, yeni günün ilk saatlerinde sağlıklı ve zinde bir şekilde merhaba demek, akşamın karanlığında şafağa gülümsemek için akıveren yüreğin kelimelerle bütünleşmesiyle sessizce duygu olup rahatlamak nedir bilirim.
Yüklenen anlamların, gerilen yaylardan fırlatılan okların hedefindeki yüreği taşıyan mısralara imreniyorum. Akşamdan sabaha ay ve yıldızlarla gönül muhabbetindeki korkusuzlar leylaklar. Leylaklar gece açar. Uykusuz gözlerin sahibi yüreklerin şafağında mutluluğu yakalamanın serinliğinde güneş görünür.
“Güneş silinirken her gece
Yıldızlar pırpır,
Ay yalnız…
Güneşi öldürdük her gece
Kimsenin umurunda olmadı
Karanlığa bürünmek…”
Sonra yarısı sıcak, diğer yarısı soğuk mevsimlerin akan yaş, sallanan el, yakaran dilin rüzgârına teslimiyeti mukadderdir. O diye anılan ve anlatılanların zamansız çaldığı şehirlere sitemler edebiyatımızda daima diri anlatılmıştır. Hafızalardan silinmeyen şehirler.
Sonra dağılışını izleriz mevsimlerin. Her adımın kar yağışında ıslandığını, ayazlarında tenin üşüdüğü ve titrediğini, uzun gecelerde babaanne masallarını dinleriz.
Bazen uzanan ellerin, açılan kolların bütünleşip turuncu oluşu, alacakaranlık burukluğundaki gidiş ve gelişlerin emek kokulu alın teriyle her damla helaldir.
Başak veren buğdayların hasat vaktine eyvallah!.. Güz olmadan. Ağaçlar yapraklarını dökmeden doğadan yeşil kaybolmadan olgunlaşan, kavrulan ve pişen ne varsa vakte gülümseyiversin.
Unutulmazlar, ömürlükse bırak istediği yerde kalsın. Yıldızlar istediğinde yağsın, dökülsün yollara… Yıldız toplamaya çıkılan bir gecede adım adım yaklaşan güneşin ısı ve ışığında yediverenlerle bir olmaya hazır oluşun rahatlığında gökyüzünde esintiye kapılan yaprak selamlayışındayım.
Bir gecenin ikinci yarısında tükenen ömrün onca yılını geçirdiği şehrin arşınladığı kaldırımlarına evlada diyorsun. Yazılan şiirlerin, yaşanan duyguların, acıların ve mutlukların tükenişiyle yaşanan yalnızlığın bestelenip şarkı olarak söylenişi…
Ben ki özneyi arıyorum. Bakılan falların, konuşan dudakların, alınan nefeslerin bırakılan şehirde kalışı… Bakılmayan, yakılmayan göz’e göz derim. Sevgilinin elinden tutmayan, toprağa parmak parmak işleyip, nasırlanmayan el’e el mi derim. Duyguların derinliğinde gökyüzüne sefere çıkmayan, şarkılara uyum sağlayıp ses vermeyen sesin benden ırak dursun. Bilmem yüreğin okunduğunu kim söyledi, içindeki bilinenlerin muhatabından habersiz oluşu var olanda sevgiyi azaltmaz.
Şiir budur işte. Deli divane dedikleri mısralarda çoğalır da mısra mısra beyitleşir, kıtalarla şiir olmak için. Okunmayan şiir kalmasın. Sen mutlu olasın diye bütün kitaplar okunsun.
Rüzgâr şiirinde;
Bu gelişinde de ellerin boş
Kokun yavan
Tenin soğuk…
Islığında ayrılık şarkıları…
Hamamönü Kültür Etkinliklerimizde tanıdığım hanımefendi şair Nursen Özdoğan Kurban… “bir aşkın iki yalnızı” 2011 yılında Kültür Ajans’ta yayımlandı. Şiir ve denemelerin bir arada çok uyumlu birlikteliğine şahit olduğumuz bir çalışma olmuş.
Yüz dört sayfa. Elli altı şiir, on altı deneme yer alıyor.
Uzun ve belirsiz bir hayat yolculuğunun sonunun kaleme alınışındaki gizemli satır araları belirsizliği de beraberinde getiriyor. Yalnızlığın geride bıraktıklarıyla yarınların görünmediği hayaldeki salıncaklar. Su alan havuzda yüzmeye niyetlenen yalnızlığın, kendi sessizliğinde yeni bir masal şehrinde yaşamaya hazır olduğunu biliyor gibi.
Kim bilir…