BİREY VE TOPLUM BAĞLAMINDA HUZURA GİDEN YOLLAR!
Bireysel Huzur
İnsanoğlu, evrende bilinen/bilinmeyen canlı türleri içerisinde “eşrefi mahlukat” olarak yaratılmışların en seçkini makamına oturtulmuştur. İnsan, yaratılışı itibariyle mükemmel bir varlıktır. Bu mükemmel varlığın şu dünyadaki en önemli ihtiyaçlarından birisi de huzurdur. Her insan, kendisine takdir edilen fanî ömründe, güzel işler yapmak; huzurlu, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayat sürmek ister. İnsanın kendini bilmesi, kendine hâkim olması bireysel huzur için atılacak en önemli adımdır. Kendini bilen bir insan, hayatı da başkalarını da bilir. İnsan, düşüncelerine hâkim olabilir; nefsini kontrol edebilirse, sağlam bir kişilik ve karakter kazanabilir. Düşüncelerine hâkim olan bir insan, en zayıf zamanlarında dahi hâkimiyetini kaybetmez. Bu şuurdaki bir insan ise, sonsuz huzur ve mutluluğun yolunu tutmuş olur. İnsanın huzur ve saadeti; sağlık ve mutluluğu kendi içindedir. İç dünyamızdaki duygu ve düşünceler, bedenimizin de besin kaynağıdır. Ruhunda olumsuz duygular barındıran bir insanın hem ruh sağlığı hem de beden sağlığı kısa zamanda bozulur. O hâlde insanın dış şartları düzeltebilmesi için önce iç şartlarını düzeltmesi gerekir.
İnsanın iç dengesini koruyabilmesi ise, bir eğitim konusudur. Anne ve babaların her işi bırakıp çocuklarına huzurlu yaşamanın yollarını öğretmeleri gerekir. Daha ailede başlayan bu terbiye yöntemi, bireyin ömür boyu nasıl yaşayacağını belirlemektedir. Aile, okul, çevre ve toplum huzur sarayının köşe taşlarıdır. Özellikle ailenin yaklaşımı temel belirleyicidir. O bakımdan aileler, duygu, düşünce, değer ve davranış açılarından çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmelidirler. Çocuğun yalnızca bedenini beslemek yetmez; kalbini ve beynini de huzurla doldurmak gerekir. Nitekim, nefse hâkimiyet, azim, dürüstlük ve iyi idare edilen düşünce insanı yükseltir. Ahlakî düşüklük, nefse uymak, fikirlerdeki bulanıklık ve şaşkınlık insanı alçaltır. İnsan, kendisini idrak ettiği oranda huzura kavuşabilir. Çünkü, ancak kendisini anlayan birisi başkalarını da anlayabilir; çözebilir. Böylece bir insan, insanların birbirleri ile ve maddî hayatla sürdürdükleri bütün ilişkilerin sırlarını kolayca keşfeder; hiçbir şey karşısında telaşlanmaz, rahatsız olmaz. İnsan, kendine hâkim olduğu derecede sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilir. Huzur arayışı, bütün kariyer planlamalarından çok daha önemli ve önceliklidir.
İnanç ve Huzur
Yaratılışmışlar içinde en seçkin konuma sahip olan insan, doğumundan itibaren kendine yeter duruma gelişine kadarki acziyeti ile de en zayıf varlıklardan birisidir. Bedensel ve duygusal ihtiyaçları için hep başka varlıklara ihtiyaç duyar. Duygusal yönü, bedensel ihtiyaçlarından daha önde olan insanoğlu, kimileri bu gerçeği kabul ve itiraf etmese dahi, kendinden daha güçlü olanlara meyleder. Bu bağlamda üstün bir yaratıcı güce de bağlanma, sığınma ve güvenme ihtiyacı içindedir. Bir yönüyle en seçkin ama diğer yönüyle en aciz varlıklardan olan insanoğlunun duygusal gıdaları daha çok Yaratıcı’ya karşı duyulan bağlanma, sığınma ve güvenme duygularıyla karşılanır. Bu tür duygusal inanç sistemlerinin doğal kaynağı da dinlerdir. Din(ler), herkesin ihtiyacı olan doğal bir manevî beslenme kaynaklarıdır. Bütün insanlığın ortak mirası olan dinler, herkesin kendi tercihini sunulmuş, kabullenişi bireylere bırakılmış mutluluk havzalarıdır. İnsanî ilişkilerdeki sıkıntıların, bireysel psikolojik bunalımların, çağın vebası stresin en güçlü ilacı manevi duygular ve insan ilişkilerindeki başarıda yatmaktadır.
Semavî olsun olmasın hemen her din insanlığa bireysel ve toplumsal huzur öğretileriyle seslenir. Çünkü bireysel ve toplumsal huzur insanın en temel ihtiyacıdır. İşte bu bağlamda; bireylerin kendi iç iletişimleri, çevreye uyum yetenekleri, toplumun ahengi ve bütün insanlığın yaşama iradesine karşı öz saygı hayatın sırlarını içermektedir. Din(ler), bireylerin özel duygusal ihtiyaçlarını karşılamada ve toplumun düzenini sağlamada en önemli güçlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Konuya Türk toplumu açısından bakıldığında halkın % 99’unca benimsenmiş olan yüce dinimiz İslâmiyet de iman, inanç, ibadet yanında sosyal hayatı düzenleyici hayat ve muamelatla ilgili birçok kural ve tavsiyeyi Kur’an-ı Kerim’de açıkça ortaya koymuştur. Bu yoldaki ilk adım güçlü ve katıksız bir iman, emredilen ibadetleri yerine getirmek yanında en az bunlar kadar önemli olduğunu düşündüğümüz sosyal hayata dair duyuş, düşünüş ve davranış kalıpları gelmektedir. Yaratılanlar karşılıksız bir sevgi. Ön yargısız bir bakış açısı, mutlu ve huzurlu yaşama azmi, başarılı olma gayreti… Sahip olunan imanın ve yapılan ibadetlerin gerçek göstergesi, bireyi olumlu davranışlara yöneltmek değil midir? Dinî sorumluluklarımız kadar güzel bir ahlâka ulaşmak da dinimizin emri değil midir? Esas olan iman ve ibadetlerin davranışlara, davranışlarında alışkanlıklara dönüşmesidir. Bu da huzurun kendisidir zaten…
Yüce dinimiz İslâmiyet, başlı başına bir huzur ve kurtuluş kaynağıdır. Huzur ve hayat için gerekli olan iman, inanç, ibadet ve sosyal hayatı düzenleyici birçok kural ve tavsiyeyi Kur’an-ı Kerim’de açıkça görmekteyiz. Bu yoldaki ilk adım güçlü ve katıksız bir iman, emredilen ibadetleri yerine getirmek yanında en az bunlar kadar önemli olduğunu düşündüğümüz sosyal hayata dair duyuş, düşünüş ve davranış kalıplarıdır.
Dini öğretiler kendi kural ve önerilerini kitaplar veya elçiler aracılığıyla insanlığa ulaştırmışlardır. Bu bağlamda kitapların ve her biri model bir insan olan elçilerin söz, üslûp, davranış ve uygulamaları özellikle önem arz etmektedir. Hz.Muhammed, dinimizin elçisi olarak “tebliğci” ve “yaşayıcı” vasıflarıyla temayüz etmiştir. Bilinen klasik anlayışlarda tasvir edildiği gibi O, Firavunî, despot, vahşi ve zalim bir insan değildir. Hz.Muhammed, nefsine ve kendine hâkim olan, kendini keşfeden, basiretli (öngörüsü yüksek), iradeli, liyakatli, adil, merhametli, gayretli, sabırlı, ilkeli, kararlı, idealist, dürüst, çalışkan, meşverete önem veren… kısacası erdemli bir insandır. Tarihte, sayılan bu özellikleri taşıyan çok sayıda lider/önder yaşamıştır. Ancak, bu özelliklerin birçoğuna sahip insan sayısı azdır. Son yıllarda yapılan objektif araştırmalar, Hz.Muhammed’i, gelmiş geçmiş bütün zamanlar için en büyük yenilikçi, en büyük önder ve tüm insanlık tarihinde en başta gelen lider olarak göstermektedir. Nitekim, Goethe ve Bismark gibi Batılı büyük düşünür ve sanatçıların bu yönde güzel tespit ve sözleri de vardır.
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’deki tavsiyeler, gerekse Peygamberimizin örnek hayatına bakıldığında, kullanılan dil ve üslûbun tatlı ve ılımlı olduğu görülecektir. Bizim için en temel iletişi örneği de bu iki kaynaktır. Her türlü iletişimde kullanılacak dil; buyurgan değil, özendirici; korkutan değil, sevdirici olmalıdır. Esas olan; doğruyu ve gerçeği, güzel ve estetik söylemektir. Bütün bunlar, huzura götüren adımlardır.
İnsan ve İletişim
İnsanın huzur yolculuğunda en önemli yol iletişim becerisidir. İletişim, huzura giden yolu tutmaktır. İletişim, en genel ifadesiyle “bir arada mutlu ve huzurlu yaşayabilme sanatı”dır. İnsan, düşünen ve konuşan bir canlıdır; doğal olarak da dışa açıktır; kendisiyle ve diğer varlıklarla iletişim kurmak ihtiyacındadır. İnsanoğlu, iletişim becerisi sayesinde çevresine hızla uyum sağlamış ve diğer canlılar üzerinde egemen olmuştur. Hayattaki başarının sırrı, diğer insanlarla rahat ve etkileyici iletişim kurabilmekte yatar. İnsanlarla çabuk kaynaşabilen bireyler, arzu ettiklerine daha kolay ulaşırlar. İletişim becerisi, insanın ruhî dengesinin kurulmasında; huzurlu, mutlu, sağlıklı ve başarılı bir hayat sürmesinde en önemli etkenlerden birisidir. Gerçek iletişim; duygu, düşünce ve davranış uyumu ile sağlanabilmektedir. İletişimin gerçek boyutu yüzeysel ilişkilerde değil derinliklerde gizlidir.
İdeal insan, öncelikle iç dünyasıyla iletişimini sağlıklı kurabilen kimsedir. Kendimizle ve çevremizle kurulacak sağlam bir iletişim; hayatın en temel gayesi olan sonsuz huzur, mutluluk ve başarıya giden yolu önümüze gül bahçesi gibi açacaktır. İnsan, ruhuyla ve çevresiyle doğal ve içten bir iletişim kurabilirse, zirvelerin de zirvesine çıkabilir. Huzura kavuşan bir hayat, amacına ulaşmış bir hayattır.
Biz iletişimi öncelikle başka insanlarla kurulan ilişki olarak düşünürüz. Oysa, insan her şeyden önce Yüce Mevla ile ve kendisiyle iletişim hâlindedir. Bu bağlamda üstün bir yaratıcı güce bağlanma, sığınma ve güvenme ihtiyacı, Yaratıcı’ya karşı duyulan bağlanma, sığınma ve güvenme duygularıyla karşılanır.
Her tür iletişimde başarının gerçek sırrı çok sözde değil özdeki uygulamada yatmaktadır. Sözlerimiz, kalbimizin en derin kıvrımlarından çıkıp geliyorsa, yüreğimizi ortaya koyarak iletişim kuruyorsak, bütün bunları en başta yüzümüz ve gözlerimiz olmak üzere bedenimize doğru yansıtabiliyorsak, işte o zaman etki alanımız karşı tarafın kulağından yüreğine kadar uzanıyor. Böylelikle iletişim gerçekleşmiş oluyor. İletişimde en geniş ve en kapsamlı basamak “gönül dili”dir. Gönülden gönüle uzayıp giden o incecik, o kıvrım kıvrımlı yollar sayesinde iletişim dağlarının sarp yolları, yalçın kayalıkları rahatlıkla aşılabilir. İnsanlar arası iletişimin ve insanca yaşayabilmenin gerçek yolu; ne cilalı sözler söylemektir ne de rol yapmaktır! İletişimin gerçek boyutu, “hâl dili”yle örnek ve model olmakta gizlidir.
Ruh güzelliğine, uyum kabiliyetine sahip olabilmek için, işe yüreğimizi temizlemekle başlamak gerekiyor. İşin özünde zihnimizi sözü edilen toplumsal uyum için hazırlamakla işe başlanabilir. Bireyler, zihniyet itibariyle hazır hâle geldiğinde ve iç huzur sağlandığı zaman çok daha güçlü ve pozitif davranışlara girebiliyor. Yüreğinizde küllenmiş hâlde bulunan sevgi ön plana çıkıyor, ışıltılı bir insan olunabiliyor. İnsanların hepsine karşı, “katıksız sevgi, sonsuz saygı, herkese değer verme, ön yargısız bir yaklaşım ve saygıyla hizmet etme” ilkelerini düşünce planından çıkartıp uygulamaya koymamız gerekiyor.
İdeal bir insan, öncelikle iç dünyasıyla iletişimini sağlıklı kurabilen bir insandır. İdeal insan, öncelikle kendisiyle barışık yaşayan, sonra da çevresindekilerle iletişim uyumunu yakalayabilen kişidir. İçimizle ve çevremizle kurulacak sağlam bir iletişim; hayatın en temel gayesi olan sonsuz huzur, mutluluk ve başarıya giden yolu önümüze gül bahçesi gibi açacaktır. İnsan, ruhuyla ve çevresiyle doğal ve içten bir iletişim kurabilirse, zirvelerin de zirvesine çıkabilir. Huzura kavuşan bir hayat, amacına ulaşmış bir hayattır.
Duygusal Arınma ve Duygusal Beslenme
Etkili bir iletişim için ön yargısız bir bakış açısı, mutlu ve huzurlu yaşama azmi, başarılı olma gayreti ilk adım olabilir. Çevremizle içten ve dürüstçe iletişim kurmak, olumlu davranmak ve sonuçlarını zamana bırakmak… Zaman zaman da tarafsız bir şekilde kendimizi değerlendirmek, iç kontrolümüzü hep sürdürmek… İşin özü şudur ki işe karşımızdaki insanları düzeltmekle değil, kendimize çekidüzen vermekle başlamalıyız. Her şey bizde gizlidir. Sebep ve sonuçlar da bizdedir. Sebep ve sonuçları başkalarında, başka yerlerde aramak, zafiyet alametidir.
İstersek gündüzleri güneş gibi; geceleri ise, hiç sönmeden parıldayan kutup yıldızı gibi parıldar; hep dolunay parlaklığında kalabiliriz. Yapılacak iş, öncelikle yüreğimizi kötü duygulardan arındırmaktır. Yüreğimizdeki “kibir, kin, nefret, hasetlik, yalancılık, sahtekârlık vb.” adî duygulardan kurtulmak için karar vermek gerekir.
İkinci adım olarak yüreğimizi güzel duygularla beslemek gerekir. Bunu başarabilen sağduyulu ve soğukkanlılık âbidesi insanlar öylesine güzel bir uyum ve denge içinde yaşarlar ki bizler onları âdeta kanatsız birer melek gibi görürüz. İnsanlara her zaman pozitif duygular yansıtır ve büyük bir huzur ve mutluluk içinde aramızda yaşarlar. Böylesi meleksi insanların yürekleri gerçekten de olumsuz duygu ve düşüncelerden arınmıştır. Onlar kötü duygu, düşünce ve davranışlardan çok uzaklarda yaşarlar. Gönül ehli olan bu insanların yüreklerindeki karşılıksız sevgi ve depolanmış pozitif enerji, hem kendilerini aydınlatır hem de karşılarındaki insanlara güneş misali ısı, ışık ve aydınlık saçar. Bakış açıları mükemmel ve geniştir. Dünyaya açılan ayrı ve kocaman bir pencereleri vardır. Bu pencere çok geniş bir bakış açısına sahiptir ve yüreklerinden dışarıya büyük bir sevgi seli akar durur. Onlar; birer huzur çeşmesi gibi gönülden gönle akıp dururlar…
Toplumsal Huzur
Toplum ve devlet bağlamında huzurun temel belirleyicisi, bize göre, bireysel huzuru yakalamış insanlardan oluşan bir toplum oluşturmaktır. Toplumun huzuru da devletin bekası da buna bağlıdır. Sonrası, devletin alacağı tedbirler ve yapacağı uygulamalarla ilgilidir. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
- Devletin asli görevi vatandaşların eğitim, güvenlik ve sağlık sorunlarını çözmek ve rahat yaşamalarını temin etmektir.
- Devlet, bu görevini yaparken adil, birleştirici, koruyucu ve destekleyici olmalıdır.
- Ortak duygu, değer ve kabuller toplumsal huzurun güvencesidir. Toplumu ayrıştıran, dışlayan her türlü eylem zararlıdır.
- Devletin ve toplumun güvenliğine yönelik her türlü bölücü örgütlere ve eylemlere karşı aynı kararlılıkta mücadele etmek huzurun vazgeçilmezidir.
- Milli mutabakat zemininde ülke içinde birlik beraberlik ve huzur için özel gayretler sarf edilmelidir.
- Özellikle eğitim sistemimizde milli ruh ve milli duygu esas alınmalıdır.
- Devlet kadrolarında ve kritik makamlarda millet ve vatan hassasiyeti yüksek,yerli ve milli insanlara daha fazla görev verilmelidir.
- Devlet kurumları tek başına hiçbir dini yapı veya grubun, herhangi bir zümrenin inisiyatifine terk edilmemelidir.
Sonuç olarak evrenin en seçkin varlığı olan insanı iyi yetiştirmek bireysel, toplumsal ve hatta evrensel huzurun en önemli teminatıdır. İnsanımızın, toplumuzun ve devletimizin geleceği de bu anlayışın yerleştirilmesine bağlıdır. Bir Cihan Devleti’nin kurulmasına fikir babalığı yapan Şeyh Edebalı, bu gerçeği en özlü biçimde ortaya koymuştur: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”