Haber kanallarındaki ipe sapa gelmez boş konuşmalardan usandım. Kumanda ile gezinirken TRT’ belgesele rastladım. “En Zor Okul Yolları” adlı belgeselde ilkokul öğrencisi Lorenzo, dağlara tırmandı, dereleri geçti, kaygan kayalarda, korkunç uçurumların kenarındaki belli belirsiz patikalarda yürüdü. Kâh güç aldığına inanarak ağaç yapraklarını yedi, kâh emekleyerek, kâh ayakkabısının vurduğu parmaklarını ovarak dört saatte yatılı okuluna ulaştı. O, okuluna ulaştı ulaşmasına ama bizim de yüreğimiz, sırtımıza yapıştı.
Belgeseli izleyince sevgili bir arkadaşımın zaman zaman anlattığı ilk öğretmenlik yıllarındaki anılarını düşündüm. Arkadaşın anlattıklarını hayalimde algıladıklarımı da ekleyerek yazmaya çalışacağım:
Arkadaşım, Almus’un bir dağ köyüne atanmış. Araçlarla Çerkez Tomarası’na kadar gidiyor, ondan sonra ormanların içinde yürüyerek üç saatte ancak ulaşabiliyormuş köye. Bunun yanında, sırtında okul çantasıyla bir damla Lorenzo, sarp kayaları, dik yamaçları, derin uçurumları tek başına dört saatte aşarken, belki de genç öğretmen, arkadaşlarıyla yeşil ormanın içinde sohbet ederek yol alıyordu. Bunu derken hocanın yolunu hafife aldığım anlaşılmasın. Yalnız öğretmenin ki, Lorenzo’ya göre iki kötünün daha ehveni gibi geldi bana.
**O yörede Tozanlı diye bir vadi varmış. Vadide birçok köy bulunurmuş. Vadi halkı kente yolcu taşıyan minibüsün sürücüsüne ihtiyaçlarını bildirir, parasını peşin verirlermiş. Dönüşte sürücü, aldıklarını köylerin sapağında bırakır, paralarının üstünü de orada bir taşın altına koyar gidermiş. Sürücünün bıraktıkları günlerce kalsa bile sahibinden başka kimse almazmış. Hatta diyor öğretmen, ben kuzinemi de öyle getirtmiştim.
** Tozanlı’yı “TRT’nin Gezelim Görelim” belgeselinde de izlemiştim. Aynen burada anlatılan gibiydi. Laf açıldıkça yöreyi bilenler de siparişleri sahibinden başka kimsenin almadığını doğrularlardı ama nedense derinliğine inmeyi sevmezlerdi. Eğitiminin az olduğunu tahmin ettiğim Tozanlı halkının ahlakı ile kendi ahlaklarını kıyaslamaktan mı utanıyorlardı ne? Tozanlı halkı ki, belki okumamışlar ama çoğunlukla “Elin ile koymadığını alma, gözün ile görmediğini deme…” nasihatleriyle yoğrulmuşlardır. Şahsen ben, öyle yorumluyorum.
Bir zamanlar gaz sobası yakıyordum, evde. Yeni doldurduğum gaz bidonumu apartmanın girişine bıraktım. Aracımı park ettikten sonra çıkaracaktım. Geldim ki bizim bidon, damlayarak uçmuş. Bir süre izledim damlaları, daha sonra kaybettim. Gitti gider bizim gazyağı dolu bidon. Şimdi düşünelim okuryazarlığı kıt olan Tozanlı halkı mı ahlaklı, belki de üniversite mezunu olan şehir efendisi mi?
** Çalıştığım köyde orman bol ama gidişat zayıftı diyor. Kuzineyi ilk kez görmüşler. “Öğretmenin “Kuzine”si varmış.” diye gelip gelip bakıyorlardı… Üç beş kişinin ip bağlayıp sürükleyerek taşıdıkları kocaman hezeni bacadan aşağı indiriyor, alttan tutuşturup onunla günlerce ısınıyorlardı.
**”Bir gün çocuklar koşarak geldiler, “Öğretmenim, köye casus gelmiş. Onu jandarmaya bildireceklermiş. O, öğretmeniniz tanır. Beni ona götürün.” Diyor. Tanır mısın acaba? Gittim ki Faruk Sükan hocamız. Faruk Öğretmeni bu yörede tanımayan yoktur. O, bisikletiyle Türkiye’yi gezdiği gibi Avrupa’da birkaç ülkeyi de dolaşmış. Pamuk Pınar ve Tokat öğretmen okullarında beden eğitimi öğretmenliği yapmış, emekliliğinde Niksar’ın Çam İçi yaylasına yerleşmiş. Yeleğine yazdırdığı çevre ile ilgili özlü sözlerle bisikletine biner dağ bayır, köy köy dolaşır. O gün de yolu benim köyüme uğramıştı.”
Arkadaşımın anılarıyla ilgili yorumlarım bu kadar. Kısmetse ileride yeni anı ve yorumlarda buluşmak dileğiyle…