ÇADIR KAMPI
İnsanlar çocukken büyümeyi, büyüyünce de genç görünmeyi isterler. Küçük kızın, annesinin topuklu ayakkabısı ile yürümeye çalışması ne kadar gülünç ise orta yaşlı hanımların sohbetlerde otuzlu yaşları geçmedikleri iddiaları da o kadar gülünçtür. Yaşını saklayanları “Küçül de cebime gir:” diye ayıplarlar şaka yollu.
İşte iki kişilik çadırın malzemeleri de küçülerek kendi kutusuna girmiş. Plastik çadır bezi, kurşun kalem kalınlığında 15, 20 cm kalınlığındaki çelik çubuklar, yine aynı kalınlıkta ve de L şeklindeki, ufak çelik kazıklar, ustasının elinde kısa zamanda iki kişilik bir çadır olup çıkıyor.
Ayrı kutucuklardan çıkan çubuklar, vezeklerden geçerek çadırın iskeletini oluştururken, kazıklar da hazırlanmış ilmekler yardımıyla çadırı toprağa bağlıyor.
Çadırın tabanı, çatısı, üsteki hava boşluğu içten ve dıştan fermuarla açılan kapısının hepsi bir bütün parçadan oluşuyor. Yani çadır, alttan ve kapıdan girebilecek her türlü haşarata kapalıdır, artık.
Bir Meydan Larüs ebadındaki iki kutudan çıkan iki yatak malzemesi, şişirilince mükemmel birer kişilik iki yatak oluyor.
Daha önce dönümlerce uzanan çadır kamp işletmecileriyle pazarlık yapılmış, yer beğenilmiş. Kocaman iki ağacın arasına kurulmuştur çadır. Ağaçların hem gölgesinden yararlanılacak, hem de hamak kurulacaktır.
Bazen uzaktan görür, hiç beğenmezdim çadır kampları. Hatta “Cefanın adını sefa koymuşlar” diye dalga geçerdim için için.
Bu sene gördüm ki kamp yöneticileri, her türlü uygar ortamı hazırlamışlar.. Soyunma kabinleri, klozetli tuvaletler, sıcak sulu duşlar, her çadıra verilen elektrikler. Ve de olağan üstü temizlik çalışmaları. Burada yalnız çadırcılar kalmıyor ki pahalı karavanlarıyla zenginler de gelip yerleşmişler kampın bir köşesine.
Bir yetkilinin gözetiminde eli eldiven ve poşetli gençler, günün her saatinde çöp toplayıp kumsala biriktiriyorlar öbek öbek… Sonra gelen iş makinesi, kumsalda derin bir kuyu kazıp çöp öbeklerini kuyuya doldurduktan sonra üstünü biraz önce çıkardığı kumla tekrar kapatıyor.
Akşam olunca iç rahatlığıyla çadırlarını oğlumla torunuma bırakıp öğretmenevinde istirahata çekildik. Kahvaltıdan sonra döndüğümüzde oğlum semaveri yakmış, kahvaltılıklarını hazırlamış, torunum ise mışıl mışıl uyuyordu, çadırdaki yatağında. Hâlâ…
Yüce Tanrı, dileyen ve kınayanların başına versin böyle mutlulukları…