EVİMDE ON ALTI GÜN
Dışarı çıkma yasağını ben on martta kendim için başlattım. Günü üçe böldüm.
Okuma,
Bilgisayarda yazma,
Atölyemde oyalanma.
Bunların süreleri dakika ölçümlü değil. Birinden sıkılınca diğerine geçiyorum. Kaç saat geçtiğini anlamadan günü bitiriyorum.
Laf aramızda hava almak için bahçede de uğraşırım. Güneşi sevdiysem uzun süre kalırım bahçede.
Oyalanma deme nedenim şundan: Elimdeki rahatsızlıkla istediğim gibi çalışamıyorum. Atölyeye girince istediklerimi yapmaya gücün yok. Bir şeylerle uğraşırım. Bir şeyler yaptığımı düşünürüm. Tatmin olamam. İşte buna oyalandım diyorum.
Yerler çamur olduğundan toprakla uğraşılmıyor. Bahçeye elim cebimde çıkacak değilim. Budama makasımla çıktım.
Asmada ve güllerde “Beni kes “ diye önüme uzanan dalları kestim.
Kesilen dalların dikime elverişli olanlarında gerekli temizliği yapar köklenmesi için saksılara diktim.
Közlendikten sonra dikmeye yerim olmasın önemli değil. Bahçesi uygun olanlara veririm dikerler.
Önemli olan benim emeğimle köklenme sidir. Onların yeni sürgünler çıkardığını görmem içimde bir kıpırdanmaya sebep oluyor.
O genç sürgünleri çok seviyorum. Okşadıklarım oluyor.
Okuma, yazma ve el işi yapma alışkanlığı olmayanlar için en zor günler bu günler. Onlar da bulur uğraşacak bir şeyler Mutlaka bulmalılar.
“Bulamayanlar için kaçınılmaz KARI- KOCA kavgası” diyorlar.
Bu yaşta artık bu kavgalar gündemde ise, işte o zaman evlere psikolog gereklidir. Bu çağda ömrünün son basamağına gelmiş büyüklerimiz kavga etseler kavga değil şakadır.
Çok örnekleri vardır şakadan kavga eden yaşlı çiftler, kavga bitince daha samimi olurlar.
Evde kalma zorunluluğu olmasa belki bunları yazamazdım.
Deniz Zeyrek, bugünkü yazısında 14. Yüzyılın ünlü yazarları, şahane eserlerini karantinada kaldıkları günlerde yazdıklarını söylüyor.
Bende karantinada böyle ufak notlar yazabiliyorum.
25-03- 2020