Yıllardır
evleri, köyleri, kasabaları boşalttık.
İnsanımızın toprakla olan bağını kopardık.
İnsanlarımızı sokaklara/meydanlara indirdik.
Babaları kahvehanelere, çocukları kafelere doldurduk.
AVM’lere davet ettik. Herkesi tüketici yaptık.
Hanımlarımızı, gençlerimizi ve çocuklarımızı sahip oldukça ve tükettikçe mutlu
ve huzurlu olacakları, tükettikçe var olacaklarına inandırdık.
Bugünlerde yıllardır sokağa döktüğümüz; kimini okula ve yurda, kimini işe, kimini
kreşe, kimini dışarı yolladığımız aile bireylerimizi büyük bir felaket
karşısında eve davet ediyoruz.
Şimdi herkes evinde.Büyük şehirdekiler bile Koronavirüs sebebiyle köylerindeki
evlerine birer ikişer dönmeye başlayacak hatta başladılar bile..
Doğrusunu yapıyoruz, yapmalıyız da, ama ya evlerimiz?
Aile kavramını öldürdüğümüz, yabancılaştığımız, ruhsuzlaştırdığımız, bir otel
gibi kullandığımız evlerimize uyum sağlayabilecek miyiz, alışkanlıklarımızı
değiştirmek kolay olacak mı doğrusu bilmiyorum.
Hem sokaklardan evlere dönmesini istediğimiz insanlara hayatın, insan olmanın,
birlikte yaşamanın ahlakını öğretmedik ki..
Hakkın, hukukun, merhametin, adaletin, sevginin ve saygının bir anlamı ve önemi
kaldı mı ki…
Biz dünyalılar aslında dünyanın emanetçileri idik.
Lakin emanetçi olduğumuzu unutup emanete ihanet ettik.
Sahip oldukça kibirlendik, kibirlendikçe şımardık.
Menfaatlerimiz ve çıkarlarımız uğruna her şeyimizi feda ettik.
Bugünün biz mevki ve makam sahipleri, dün kim olduğumuzu, buraya nereden ve nasıl
geldiğimizi ne çabuk unutuverdik.
Birbirimize zulmettik. Sadece birbirimize zulmetmekle kalmadık hayvanlara ve
bitkilere de zulmettik.
Kimini yok ettik, kiminin genleriyle oynadık.
Çevreyi kirlettik, çevreyle beraber biz de kirlendik.
Küresel ısınmaya sebep olduk.
Kısacası dünyanın dengesini altüst ettik..
Bir tarafta çok yemekten obez olanlar diğer tarafta açlıktan ölenler…
Bir tarafta gökdelenler öbür tarafta evsiz yurtsuz yığınlar…
Mazlumun, masumun, yoksulun halinden haberimiz yok.
Merhametsizleştik, bencilleştik, bireyselleştik!
Bu terazi bu sıkleti kaldırmaz arkadaşlar. Artık kaldırmıyor da.
Biz cahil ve zalimlerden olduk.
Yıllardır yazıyor, çiziyor ve söylüyorum! Bu gidiş gidiş değil diye..
Zulümden, kul hakkından, rüşvetten, torpilden, haram maldan, israftan,
cimrilikten, kibirden, fitneden, kinden, iftiradan, cehaletten ve rehavetten
uzak duralım.
Bir şey söyleyeceğim, belki ne alaka diyeceksiniz ama aslında çok alaka!..
Yıllar öncesi doğum kontrolü ve kürtajla başlayıp sezeryanla hız kazanan, film
ve diziler başta olmak üzere İstanbul sözleşmesi ile gay ve lezbiyenliği,
boşanmaları normalleştiren, bunlara aşı, kısırlaştırma, hormon ve ithal tohum,
gıda, ilaç vb. şeyleri de eklediğinizde Koranavirüs bunların bir devamı olarak
karşımızda sırıtıyor ve biyolojik bir silah mı tezini kuvvetlendiriyor sanki..
Bir şeyler ters gidiyor dünyamızda, yanlış bir yoldayız efendiler!
Aşklar, sevdalar, arkadaşlıklar, komşuluklar, evlilikler gerçekçi değil..
Tv.lerdeki film, eğlence ve dizilerimiz, akıllı telefonlarımızdaki
arkadaşlıklarımız ve paylaşımlarımız, sevgili/evcilik ilişkilerimiz, yaşam
tarzlarımız, aile ilişkilerimiz, düğünlerimiz, bayramlarımız, eğlencelerimiz,
giyimimiz kuşamımız, yememiz içmemiz ve her şeyimizin hiç biri normal değil,
doğal değil, sahici değil… Hiç biri bizim değil…
Hali pür melalimizi anlatmakta gerçekten çok zorlanıyorum dostlar.
Hasılı kelam; bu belalar; savaşlar, depremler, yangınlar, rüzgarlar, seller,
çığlar, kumlar boşuna değil.
Çekirge, kene, domuz, tavuk, kuş, yarasa, karınca, sivrisinek, grip ve
virüsler..de sürpriz değil.
Adaletsizliğin, ahlaksızlığın, egemenlik hırsının, baş olma sevdasının, nefse
ve lükse düşkünlüğün, tamahkarlığın, başıboşluğun geri dönüşümüdür dünyamızdaki
felaketler..
Kendimize gelmezsek, kendimizi sorgulamazsak, bu yanlış gidişata dur demez
gidişattaki payımızı sahiplenmezsek…
Bunlar daha ne ki beterin de beteri var sırada…
Bekleyelim görelim, görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…