FEN LİSELİLERDEN HİKAYECİLİK SÖYLEŞİSİ

Tokat İhya Balak Fen Lisesi öğrencileri Ömer Emre Yıldız ve Oğuz Kağan Emre Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi (TOGÜ) Fen Edebiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yıldız ile Türk Edebiyatında Hikayeciliğin ele alındığı bir söyleşi gerçekleştirdi.

Tokat İhya Balak Fen Lisesi öğrencileri Ömer Emre Yıldız ve Oğuz Kağan Emre, Okul Müdürleri Mustafa Karaca ve Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Mehmet Coşkun öncülüğünde, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Yıldız ile söyleşi yaptı. Öğrencilerin sorularına yanıtlar verildi. Hikayeciliğimiz üzerine öğrencilerin soruları ve alınan yanıtlar haber servisimize de ulaştırıldı. Aşağıdaki gibi oldu:

GÜZEL YAZAN BİR HİKAYECİ UZUN YÜRÜYÜŞÜNDE DE YENİLİKLER GÖSTERMELİDİR

ÖMER EMRE YILDIZ: İlk sorumuz şu: Günümüz hikâye ve roman alanında isim yapmış yazarların eserlerini yüksek lisans eğitiminizde detaylı bir şekilde tahlil ettiriyorsunuz ve ediyorsunuz. Örneğin Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Attila İlhan gibi… Bugünkü ifadeyle “Anlatmaya Bağlı Olay Ağırlıklı” bu metinleri öne çıkarmanız bulunduğunuz konumdan mı yoksa özel bir ilgi mi?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Hem konumdan hem de özel ilgi diyelim. Konumdan; çünkü biliyorsunuz edebi metinleri şiir ve anlatma esasına bağlı metinler olarak genel tasnife tabi tutuyoruz. Dolayısıyla yüksek lisansta anlatma esasına bağlı metinlerin; hikâye ve roman incelemesi ders olarak okutuluyor. Özel ilgi yönüne gelince hikaye üzerine çalışmayı seviyorum. Günümüz hikâyesine ayrı bir değer veriyorum. Yaşayan sanatçıların eserleri onlar hayattayken de incelenmeli, konuşulmalı. Belki şunu da söylemek gerekir, günümüz şiiri üzerine çalışacak, o donama sahip öğrenci bulmak belki daha zor olduğundan öğrencilerin çalışabileceği konular olarak hikaye ve romanı tercih ediyorum da diyebilirim.

OĞUZ KAĞAN KESME: Hikayeciliğimizin tarihi konusunda öğretmenlerimiz şu bilgiyi veriyor. Ayrıca kaynaklarda da aynı bilgiler var. “Edebiyatımızda bugünkü anlamda (modern anlamda) ilk hikâye örnekleri XIX. Yüzyılın ikinci yarısında verilmeye başlanır. Kaynak da Batı (Avrupa) edebiyatıdır.” Türk hikayeciliği konusunda görüşünüz nedir?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Öğretmenleriniz ve edebiyat tarihleri doğru söylüyor. Evet, modern anlamda ilk hikâye örneklerini edebiyatımızda ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında görmeye başlıyoruz. Ama bu, Türk edebiyatında daha önce hikâye yoktu demek değil. Vardı, ama daha farklı bir anlatma tarzıyla hikâye anlatılıyordu. Mesela, klasik edebiyatımızda manzum olarak mesneviler, yine halk edebiyatımızda halk hikâyelerimiz Türk edebiyatının hikâyeleridir.

ÖMER EMRE YILDIZ: “Bir edebi metni okumak, anlamak, edebi metinden zevk almak; metnin kuruluşundaki incelikleri, tercihleri fark etmeyle de ilgilidir.” Bu değerlendirmenizi biraz daha açar mısınız?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Şöyle söyleyelim, sanat eseri, tarihi bir binayı geziyorsunuz. Bina size bir şeyler söyler. Pek çok güzelliği, inceliği fark edersiniz. Ama aynı bina, bir mimara, sanat tarihçisine çok daha fazla şey söyler. Bu edebi metin için de böyle. Biliyorsunuz edebi metinlerin malzemesi dil, anlatma. Anlatırken, dili kullanırken şair ya da yazar dili kendi üslubu içinde kullanır. Üslup; anlatma, söyleme tercihlerinin sonucudur. İşte bu tercihleri fark etmeye başlayınca anlatımdaki o metne ait özellikleri görmeye başlarız. Gördükçe ve gördüklerimize anlam verdikçe metnin dünyasına gireriz. Gördüklerimiz özel, güzel şeylerse zevk de alırız.

OĞUZ KAĞAN KESME: “Hikâyenin boyutu “nasıl bir olay anlatıldığı” konusuyla ilgili olduğu kadar “olayın nasıl anlatıldığı” ile de ilgilidir.“Yıldız Ramazanoğlu’nun hikayelerini değerlendirirken böyle bir yorum getirmişsiniz. Hikâyenin boyutunu belirleyen “olay” mı yoksa “anlatım” şekli mi?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Anlatım şekli şüphesiz. Beş dakikalık bir olayı, üç-dört sayfada anlatabilirsiniz. Yine üç dört sayfada birkaç günlük, hatta birkaç yıllık bir olayı da anlatabilirsiniz. Üç dört sayfada toplam beş dakikalık bir olay anlatıyorsanız elbette anlatının hızı yavaştır. Bu “yavaşlık”, belli anlatım yöntemleri ile sağlanır. Mesela betimleme, diyalog anlatının hızını yavaşlatır. Diğer taraftan aynı hacimde (üç-dört sayfada) daha uzun bir olay anlatılıyorsa zaman hızlıdır. Zamanı hızlandıran anlatım yöntemleri anlatıda ağırlıktadır. Hikâyenin boyutunu; anlatıcı, dolayısıyla onun anlatma tarzı belirler.

ÖMER EMRE YILDIZ: “Hikâye insana, insanı anlatır.” Hikaye ile ilgili bu farklı tanımı bir araştırmanızda okuduk. Değişik bir hikâye tanımı. Biraz açar mısınız?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Hikâyenin muhatabı okur; yani insan, biziz. Hikâye anlatılan da insana dair bir hikâye tecrübe. İnsan dışı varlıklar da anlatılsa (mesela ağustos böceği ile karınca) muhatap yine insan. Anlatılan dolaylı olarak yine insan hikâyesi. Sait Faik’in Semaver hikâyesini düşünelim. Bize Ali ve çevresinin hikâyesi anlatılıyor. Onun hikâyesi bize bir şeyler söylüyor. Yani, hikâye insana insanı anlatmış oluyor.

OĞUZ KAĞAN KESME: Hikâyeyi şöyle tanımlıyor kaynak eserler: Yaşanmış ve yaşanması mümkün olan olayların çevre, zaman, kişi bütünlüğü içerisinde anlatan kısa edebi metinlere hikaye denir. Sorumuz şu: Bu tanıma göre hikayelerde her şey hikâyenin hacmine uygun olarak ortaya konuluyor gibi. Yazarın anlatmadığı veya anlatmak itemediği durumlar yani “sırlar” yok mudur?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Evet, hikâye; daha doğrusu kısa hikâye kısa bir hacimde anlatır. Dolayısıyla anlattığı kişiye dair anlattığından çok daha fazlasını anlatmamıştır. Biz anlattığı kadarını bilmek durumundayız. Elbette anlattıklarından yola çıkarak anlatmadıklarına dair tahminler yapar, boşlukları doldururuz. Anlatma ve okuma etkinliği böyle bir şey. Diğer taraftan roman uzun hikâye anlatır ve ayrıntıları ile anlatır. Peki roman her şeyi anlatır mı? Anlatmaz, anlatamaz. Anlatma işi zorunlu olarak seçme işidir.

ÖMER EMRE YILDIZ: Günümüz edebiyatı hikâye yazarlarından Yıldız Ramazanoğlu’nun hikâye yazma konusunda şöyle bir değerlendirmesini okuduk: “Canımızı yakan, içimize sinmeyen var olanı kelimeler yoluyla aşındırmak, olması gerekene doğru ilerletmek, görülmeyeni göstermek, önemsiz olanın içindeki görkemi açığa çıkarmak. Sessizlerin, sözü kesilenlerin, susturulanların sesi olmak.” Bize göre çok iddialı bir yaklaşım hikâye konusunda. Sanki “sanat, sanat için; sanat, toplum için” tartışmasını çağrıştırıyor bize göre. Bu görüşe katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz? Katılıp katılmamanızın nedenleri?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Bu, söylediğiniz gibi  sanatın amacı, sanatçının sanatına nasıl bir anlam yüklediği ile ilgili. Yıldız Hanım’ın hikâyeye yüklediği anlam böyle. Bence çok değerli ve önemli. Ama her hikâyecinin hikâyeye yüklediği anlam böyle olmayabilir. Benim fikrim, Yıldız Hanım’ın fikrine katılıyorum. Sanatın bir gayesi olmalı, insanı iyi ve güzele yönlendirmeli. Fark etmediklerimizi fark ettirmeli.

OĞUZ KAĞAN KESME: Hikaye ve roman konusundaki bir değerlendirmenizde diyorsunuz ki; “Hikâyeci ve romancı, hayal ettiği bir olayı hayal ettiği bir zaman ve mekânda yine hayal ettiği kişilerle bize anlatır. Önce hangisi hayal edilir, olay mı, kişiler mi? Yoksa tartışılmak istenen mesele mi? Bunları bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz. Hikâye/roman denilen bir edebi metinle karşılaştığımızda bize bir olay anlatılacaktır ve bizden, anlatılan bu olaydan hareketle bir şeyleri fark etmemiz, yaşadığımız, gördüğümüz, bildiğimiz bazı şeyler hakkında yeniden düşünmemiz, bakış açımızı zenginleştirmemiz istenecektir.” Bu yaklaşımınız veya değerlendirmeniz tamamen hayal mahsulü olan bir olaydan bu kadar zengin bir hayat dersi çıkarmak edebiyatımızın önemli fakat göz ardı edilen örneklerinden MENKIBELERE, KISSALARA gönderme midir?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Menkıbe ve kıssaları düşünerek söylemedim. Okuduğumuz bir hikâye, roman kendi olayını, kişilerini anlatır. İnsan ilişkilerini anlatır. Biz anlatılan o olayla, kişilerle bugünümüzü de yorumlarız. Zaten öyle olmalıdır. Anlatılan olayda insanlar nasıl davrandı? Ben nasıl davranırdım? Benzer durumlarda biz, ben ne yapıyorum? Bunlar üzerine düşünmek, metni günümüze hayatımıza taşımaktır.

OĞUZ KAĞAN KESME: Bir araştırmanızda şöyle bir ifadenizi okuduk: “Bir yazarın, üstelik yarım asırdır yazan üretken bir yazarın eserine birtakım genellemelerle yaklaşmanın elbette sakıncaları vardır. Genelleme yapılan malzeme hikâye olunca bu sakınca daha da artar. Çünkü her hikâye başka bir dünyadır.” Bu değerlendirmenizi, bilhassa son cümledeki yaklaşımınızı, detaylandırır mısınız?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Araştırma yapmak bazı genellemelere götürür bizi. Ama genelleme yaptığınız malzemenin her biri genel içinde özeldir. Geneli bilmeliyiz, ama özeli kaçırmamalıyız. Şöyle düşünün; lise öğrencilerini gözlemliyorsunuz ve bazı genellemelere varıyorsunuz. Bu genellemeleriniz doğru. Ama her bir lise öğrencisi ayrı ayrı insandır, özeldir. Amaç insanı, lise öğrencisi olarak insanı tanımaksa elbette genellemeler fikir verir. Fakat tek tek öğrencileri görmek daha doğrudur.

OĞUZ KAĞAN KESME: Mustafa KUTLU, günümüz hikayeciliğinin önemli bir ismi. Siz de M.KUTLU ile ilgili araştırmalar yapıyorsunuz, çalıştaylara katılıyorsunuz. Katıldığınız bir çalıştayda size ait şöyle bir cümle okuduk: “Aslında o, hem anlattığı olayların içinde olan hem de anlattığı olayları icat eden yazar kimliğinde anlatıcıdır.” “Yazar kimliğinde anlatıcı” kavramını açıklar mısınız? (Anlatıcının “kurmaca” kişi olup olmaması açısından.)

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Edebiyat teorisi yazar ve anlatıcıyı birbirinden ayırıyor. Bu doğru. Yukarıdaki yargı ise anlatıcının özel bir durumu ve ilgili metinle alakalı. Genel anlatıcı tipinin yazara, hatta yazarın belli metinlerine has kullanımıyla ilişkili bir şey. Mustafa Kutlu, genel anlatıcı tanımlarını farklı farklı; özel kullanan bir yazar. Burada (hangi metin olduğunu, hangi metin için o tespiti yaptığımı hatırlamıyorum) kastedilen şu: Anlatıcı bir taraftan olayı anlatırken, hem olan şeyleri anlatıyor hem de anlattıklarını aslında kendisinin uydurduğunu söylüyor. Böyle yaparak anlatımı, anlatıcıyı, hikâye dünyasını mutlaklaştırmamış oluyor. Bütün bunlar uydurulmuş şeyler, böyle de anlatılabilir, diyor. Diğer taraftan, anlatıcının fâni; kul olduğuna da işaret ediyor.

ÖMER EMRE YILDIZ: Sorumuz yine M.KUTLU üzerinden olacaktır. Bir bildirinizde N.BEKİROĞLU’ndan M. KUTLU ile ilgili bir alıntı yapmışsınız: “Edebiyatın güzergahında rahvan yol alanlar değil, bir değişiklik önerebilenler daha doğrusu o değişikliği eserlerinde menzile taşıyanlar yer alır.”  “Rahvan” kelimesini bizler günlük hayatta kullanmıyoruz. Araştırmalarımızda atların bir yürüyüş şekli olduğunu ve atın güzel yanlarından biri olduğunu öğrendik. “Rahvan yol almak” ve “menzile taşımak” ifadelerini detaylandırabilir misiniz?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Bekiroğlu hocamızın gerçekten güzel benzetmesini şöyle anlıyorum. Rahvan yol almak, rahvan yürüyüş sizin de söylediğiniz gibi güzel ve beğenilen bir yürüyüş tarzı. Edebiyatta yol alanlar rahvan yol almalıdır, güzel yürümelidir. Ama uzun soluklu yürüyüşler de bu güzel yürüyüş de tek düzeliğe dönüşür. Sıradanlaşır. İşte böyle durumlarda rahvan yürüyüş değişmeli, başka güzel yürüyüşler göstermelidir. Yani güzel yazan bir hikayeci uzun yürüyüşünde yenilikler göstermelidir.

ÖMER EMRE YILDIZ: Sorumuz hikâye yazmak isteyenlerle ilgili. Yine bir değerlendirmenizden alıntı yaparak bu soruyu sormak istiyoruz. M.KUTLU ile ilgili olarak şöyle diyorsunuz: “Sabahattin ALİ’yi ve Sait FAİK’i çok iyi okuduğunu, onların yaptığı işi çok iyi anladığını bildiğimiz M.KUTLU’nun dili, anlatımı çok farklıdır. Hikâyeye bakmasını bilen göze, hikâye ormanında kendi hikayesini fark ettirecek bir dile, bir anlatıma sahiptir artık.”  Bu değerlendirmeniz ışığında hikaye yazmak isteyenlere tavsiyeniz ne olur?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Mustafa Kutlu’dan örnek verelim. Ustaları çok iyi okumuş. Sabahattin Ali’yi, Sait Faik’i. Sonra yazmaya başlamış. İki kitap yayımlamış. Sonra tekrar düşünmüş. Ben böyle yazarsam, öncekilerden biri olurum ancak demiş. Kendine bir yol aramış ve bildiğimiz yeni bir anlatım tarzına ulaşmış. Öyleyse yazmak isteyen önce ustaları, iyi örnekleri çok iyi okumalı. Yazmaya başlayınca da yazdıkları üzerine herkesten önce kendisi düşünmeli. Ne olacağına kendisi karar vermeli. Öncekiler gibi mi olacak, farklı biri mi olacak. Farklı olmak demek öncekilerin yakaladığı niteliğin üzerine bir şey koymak demek, bunu unutmamalı.

OĞUZ KAĞAN KESME: Böyle bir soruyu sormak ne kadar doğru veya yanlış. Cevaplayıp cevaplamakta serbestsiniz. Şimdiye kadar okuduklarınızdan, araştırdıklarınızdan, incelediklerinizden ve incelettirdiklerinizden hareketle birkaç tane hikaye yazarı veya eser isimi verebilir misiniz?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Mustafa Kutlu’yu okuyor ve öneriyorum. Sabahattin Ali, Sait Faik de öyle. Bunlar klasiklerimiz. Sonra başka pek çok yazar var. Çalıştığım günümüz hikâyecilerini çalışmak için değil; değerli bulduğum için de çalıştım: Fatma Barbarosoğlu ve Yıldız Ramazanoğlu. Daha yakın dönemden Mukadder Gemici de iyi bir isim. Son yıllarda Cihan Aktaş da okudum. Elbette pek çok değerli yazarlar var. Ama okuduktan sonra konuşma taraftarıyım.

OĞUZ KAĞAN KESME: Son sorumuz biraz polemik sorusu olacak: Hikaye mi öykü mü? Hangisini kullanmalıyız?

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Ben hikâye diyorum. Öncekilerle aynı dil, ifade: Sait Faik, Sabahattin Ali, Ömer Seyfettin hikâye diyor. Öykü diyenler, kendini ve yazdıklarını öykü ile ifade edenler var. Olsun. Öykü de bizim hikâye de.

O.KAĞAN KESME: İşlerinizin yoğunluğunda bize zaman ayırdınız, sorularımıza içten cevaplar verdiniz. Günümüz Türk Hikayeciliği konusunda bizleri aydınlattınız. Bundan sonraki akademik hayatınızda başarılar dileğiyle çok teşekkür ediyoruz.

Prof. Dr. ALPAY DOĞAN YILDIZ: Ben de sorularınız ve emeğiniz için çok teşekkür ederim. Bundan sonraki eğitim hayatınızda başarılar dilerim. Yolunuz, bahtınız açık olsun.

Prof. Dr. Alpay Doğan Yıldız’ın Kısa Biyografisi:  Halen Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı kürsüsünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Araştırmalardaki başarıları, incelemelerdeki isabetli yorumları ve verdiği derslerdeki  gayreti sayesinde genç yaşta profesörlük unvanını kazanmıştır. Hikâye Tahlilleri, Yüksek Lisans, Öğretmenlik Uygulaması,  Edebiyat Tarihi -Yüksek Lisans, Uzmanlık Alan Dersi -Yüksek Lisans, Roman Kuralı- Yüksek Lisans, Günümüz Hikâyesi – Lisans, Metin Tahlilleri – Lisans, Yeni Türk Edebiyatı – Lisans gibi dersler vermektedir. Hikaye ve roman incelemeleriyle öne çıkan hocamızla Günümüz Türk Hikâyeciliği konusunu görüştük. Şu anda aramızda olmayan Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın ardından bu konudaki çalışmaları dikkat çekicidir. Dergâh, Hece, Hece Öykü, İtibar gibi edebiyat dergilerinde, farklı akademik dergilerde ve ortak kitaplarda yazıları yayımlandı. Hikâye İncelemeleri, Popüler Türk Romanları, Fatma Barbarosoğlu Hikâyeciliği, Sessizlerin Sesi, Yıldız Ramazanoğlu Hikâyeciliği, Mustafa Kutlu Hikayeciliği Hikmet ve Ahenk yayımlanmış bazı eserleridir. Hocamıza, isteğimizi geri çevirmeyip bizlere zaman ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.

Tokat Haber:

This website uses cookies.