GENÇ ÖĞRETMENLERİM
Emekli öğretmen olarak zamanın gerisinde bulunuyorum. Sizlere günün bilgilerini anlatmak abes olur. Sadece eğitim amaçlı, tecrübelerimi, deneyimlerimi ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Telefonu kullanırken bile ilkokul çocuklarından yardım alıyorum. Sizlere tavsiyem, teknolojinin ipini kaçırmamanız. Aksi durumda öğrencileriniz karşısında mahcup olursunuz.
“Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.” Atamız bu deyişi ile öğretmenin görevini çok güzel anlatıyor. Özverili çalışmasının yanında, kendimizi her gün yeni bilgilerle donatarak, görevimize devam etmeliyiz. Boş çuvalın dik duramayacağını iyi düşünün.
Çocuk, kumlu bir toprak gibidir. İçten, sevgiyle verilen her bilgiyi alır ve unutmaz. Yeterki çocuğun dehasını harekete geçir. Öğretmen tohumları fidan yapar. Becerilerini su yüzüne çıkararak ruhundaki güzellikleri geliştirir. Çevresinin ve ülkesinin geleceğini kurar. Öğretmenin, örnek ürün yetiştiren çiftçinin emeğinde; kasabadaki memurun hizmetinde; ildeki mühendisin eserinde; ülkesindeki doktorun tedavisinde emeği vardır.
Öğretmen, başarılı olmak için, mesleğini ve çocukları sevmeli. Sevmediğimiz meslekte başarılı olamadığımız gibi, sevmediğimiz kişilere bir şey veremeyiz. Öğrencilerinden gelecek sevgi ve saygı beraber yürümeli. Saygıyı bitirip, öğretmenle eşit olduğunda, öğretmenden yararlanamaz. Öğretmen, giyim kuşamı, kültürü, davranışları…ile öğrenci ve velilere fark atmalı. Öğretmen, öğrencilerine hep örnek olmalı. On üç yıl kaldığım köyümden, her zaman gençlerin öğretmeni, velilerin öğretmen beyi olarak ayrıldım.
Öğretmen, başarılı olmak için, okuttuğu sınıfla ilgili eğitim metoduna, programına ve mevzuatına hakim olmalıdır. Çocuğun seviyesinde olmayan bilgileri, boşuna çabadır. Çocuklarına gösterilen ilgiler eşit olmalı. Siyasi görüşü sınıfın kapısında bırakılmalı. Düşüncelerini çocuklarına, bilimin ışığında anlatmalı. Hurafelere dayanan bilgiler çocuklar için en büyük kötülüktür. Çocuklarına vereceğin insanlık dersinin yanında, tutumlu olmalarını sağlamaktır. Tutum sayesinde, geleceğini daha iyi kurup, olumlu aile ortamı kurar. Öğrencini hayata hazırlama görevini yapmış olursun.
Yazımı bir anımla bitirmek istiyorum. 1960 yılında Tokat Öğretmen Okulu’nu bitirdim. Bitlis-Ahlat-Seyrantepe köyünde atandım. Köyün ilk öğretmeniydim. Okul o yıl açıldığında, on üç yaşına kadar olan çocukları birinci sınıfa aldım. Onları üç yıl okuttum. Onlardan ayrılırken on beş-on altı yaşındaydı çoğu. Ayrılmadan önce resimlerini çekip bir deftere yapıştırdım. Ailesini ve kısaca özelliklerini yazdım. Yaramazlığından olacak, TacnirGirdi’ye bundan adam olmaz demişim. Ayrıldıktan sonra, muhtarımın oğlu, Mustafa Çağlar’la irtibatım devam etti. Emekli olduktan sonra öğrencilerimi görmek arzusu doğdu. Yarım asır sonra yollara düştüm.
Ben geldikten sonra doğan, Mustafa’nın oğlu, muhtarımın torunu Ali, öğrencilerimle birlikte, beni Ahlat’ta karşıladılar. Doğru köye götürdüler. Öğrencilerim, Ahlat’a, başka illere göçmüşler. Kimisi de vefat etmiş. Ancak on beş öğrencimle buluşabildim. Bunların içinde adam olmaz dediğim Tacnir de vardı. Ahlat’taki öğrencilerim, benden habersiz kamera getirdiler. Çekim yaptılar. Köydeki üç yılımı, dershanemde, öğrencilerimle birlikte anlattırdılar. Ağlamamak tabi ki imkansız.
Akşam Tacnir muhtardan izin alıp, beni evine misafir etti. Çok güzel ağırladı. Ben yetmiş o da altmış yaşında olmasına rağmen, yatana kadar, karşımda dizlerinin üstünde oturdu. Kanepeye geçmedi. Dört gün benden ayrılmadı. Ağabeyisine, “Okuldayken sigara içiyordu şimdi içmiyor” dedim. “İçmez olur mu, günde iki paket içiyor, sana saygısından göstermiyor” dedi. Adam olmaz dediğim Tacnir, dörtdörtlük adam olmuştu. Yazdığımdan utanırken, adam gibi adam olmasına sevindim.
Gezimi basında ve TRT de haberlerde izlerken, spikerle birlikte ağladım. Öğrencilerimden gördüğüm sevgi ve saygıya ağlıyordum. İşte öğretmenin serveti, güzelliği diye düşündüm.
O anda dünyalar benimdi.
Saygılarımla.