Dakikalarca yürüyorum. Su sesi rüzgârın serinliğiyle bütünleşiyor, kulağıma ulaşanların huzuruyla günün, haftanın hatta ayların yorgunluğunu gecenin öteki yarısında söğüt dallarının şahitliğinde Kelkit’e bırakıyorum.
Vaktin üzerimde bırakacağı tüm olumlu ve olumsuz izlerini tanıyor, biliyorum. Söğüt ağacının kendini rüzgâra bıraktığı anlarda çıkardığı sesler benim mutluluğumun yıllara uzanışını da birleştiriyor.
Zaman dünya beklentilerimi bir bir elimden alıyor. Umutlar yaş ile birlik olup tükenişe doğru birlikte yürüyor. Kader kendi ağını salıp birkaç adım önümde giderken beni yönlendiriyor. Acılar ve mutlulukları tartamıyorum. Eşitleyemiyorum. Denkleştiremiyorum. Hedefler şaşıyor. Hücreler pıhtılaşıyor, damarlar tıkanıyor, kalp ritmi değişiyor, kapakçıklar yerinden çıkıyor, geç kalan teşhiste çare tükeniyor.
Göz ucuyla Kelkit’e bakıyorum. Sokak lambalarının titrek ışıkları akan suya gülümsüyor. İçimden gönlüme selam gönderen organlar, ılgıt ılgıt gözyaşı olarak beynime geri dönüyor.
Yıllarca evlek evlek ektiğim ne varsa aşk olup, çöllerde Yusuf’u arıyor.
Bulunduğum yerin elli, atmış metre aşağısında olta salmış balık tutmaya çalışan gençlerin sesini duyuyorum. Yarı şaka, yarı argo konuşuyorlar. Söyledikleri şarkımı, türkü mü yoksa pop mu çıkaramıyorum. Kulaktan dolma yarım yamalak mırıldanıyorlar.
El ayak çekilmiş. Dinlenme vaktindeyiz. Kısa süre sonra bütün köy gece sabaha kadar uyanışa geçecek. Lüks ışıklar yanacak, traktörlerle, eşeklerle tarlalarda sabaha kadar tütün kırma başlayacak.
Her ne kadar köylerimiz emekliler mekânı oldu ise de ufak tefek bağ, bahçe ve üretim yapanlarda var elbet. Üzüm bağı, tütün, sebze ve meyve başta olmak üzere çiftçilik zorlu bir süreçten geçiyor. Yaşayanların çoğunluğu emekliliğin tadını çıkarıyor. Hemen tüm ihtiyaçlarını şehirde marketlerden karşılayanların sayısı az değil.
Torunları yaz tatilin de büyüklerini ziyarete gelenlerin evleri kalabalık. Dede ve ninelerin keyfine diyecek yok. Kelkit ırmağının suyu barajdan az bırakıldığında çoluk çocuk suya dalıyor. Dedeler, nineler kontrolde. Diğer zamanlarda köyün tek oyuncak bahçesi tıklım tıklım dolu… Kayanlar, salıncakta nara atanlar, koşanlar. Dahası futbol sahasında penaltı atışları izlemeye değer.
Tertemiz duyguların, yemyeşil ova içinde huzura kavuştuğu mevsim diyebilirim. Sevginin bütün ince detaylarının gün gün, damla damla yaşandığı köyün tatil beldelerinden hiçbir farkı yok. Hani sevgiyi sevmek, çocuklar gibi saf ve temiz, melekler gibi eksiksiz, yağmur taneleri gibi, yeşil yeşil, mavi mavi, akarsuyun dalgalarında köpük köpük sevmek.
İşte bu sevgi yıllar sonra beni de köye götürdü. Her yaştan insanla görüşme, sohbet etme şansım var. Ülkemin değişik şehirlerinde doğan, büyüyen, okuyan, çalışanları ile yaptığım görüşmeler yeniden ümitlendiriyor. Geleceğimiz adına seviniyor mutlu oluyorum.
Mesela, gençler gelecek konusunda iyimser. Yarınların bugünden daha iyi olacağını düşünüyorlar. Köyde fırsat buldukça, spor yapıyor, müzik aleti çalıyor, resim yapıyorlar. Bir çok şeyi de görmeden, takılmadan yazıyorum. Dünyadan bihaber, duyarsız, özgüveni olmayan, hayattan zevk almayan bulunduğu ortamda mutsuz ve isyankârlar da var tabii.
Aynı duygu ve düşünceler sınırlı da olsa her yaş gurubunda mevcut.
Gönül çeşmesinde akmaya devam eden damlalar, içinde ve etrafındaki tüm kirlerin giderilmesi için yıkamaya devam ediyor. İz bırakan, hiçbir madde ile yok edilemeyen kirlenmelerden korumak ve kollanmak adına gönlümüze sahip çıkmalıyız. Ne olursa olsun. Ama ne olursa olsun gönlümüzü kirletmemeliyiz.
Gönül kiri; saygıyı, sevgiyi, aşkı, huzuru ve dahi mutluluğu yok eder. O nedenle gönlümüzü her türlü iç ve dış müdanelerden sakınmak, korumak gerek.
Doğumdan ölüme kadar devam eden gönül yolculuğunda, gönlümüzü sevgi ile beslememiz, büyütmemiz ve koruma altına almamız gerek.
Özü gündüz, közü gece olan dünyanın, günü, ayı, yılı insan olunca harmanında saygı, sevgi, huzur ve mutluluk olsun ki dünyaya gülümseyelim.
Osman BAŞ