HASTANE ÖNÜNDE
Sabah erkenden kalktım. Giyin kuşan derken altı otuz gibi hastanedeyim. Bir gariplik var bu gün park yerinde. Her gün bu saatlerde aracını park edecek yer bulamazsın. Uygun bir yere sonradan gelip, önüme arkama durup da çıkışımı, kimsenin engelleyemeyeceği bir yere özenle park ettim.
Polikliniklerin kapısının önünde, merdiven dibinde oturan yaşlıca biri, “Hastane kapalı imiş.” dedi. “yok, canım hastane kapanır mı?”
-Baksana kapı açık duruyor. Merdivenleri çıktım hızlıca. Evet, dış kapı yarı aralık ama iç kapı, öldür Allah açılmıyor. Geri döndüm. Merdivenlerden inerken adamcağız hâlâ söyleniyordu.
“Böyle adalet, böyle idare mi olur arkadaş. İki gün önce geldim bayram dolayısıyla kapalıymış dediler. Bu gün geldim. Yine kapalı, yine bayrammış. Bayramlar da beni mi gözlüyor, ne? Hastaneye gelmediğim günlerde ne bayram ne seyran…”
Öyle deyince bende de jeton düştü. Öyle ya bu gün 30 Ağustos zafer bayramıydı, nasıl atladıysam… Ben yanılmışım ama çalışanlar yanılır mı, hiç? Onlar için tatil, tatildir. İster bayram, ister herhangi bir şeyin yıldönümü olsun. Tatilin ucu görünsün, söylentisi çıksın yeter, pılıyı pırtıyı toplamışlardır bile.
Adamcağız hâlâ söyleniyor. “Bu yaşta nasıl gelinir, nasıl gidilir. Canını dişine takıp, kırıp sarıp para bulup geliyorsun, hastane kapısı duvar. Bu böyle gitmez, birisi çıkıp Tayyibe şikâyet etse… O zaman görürler hastane kapısı nasıl kilitlenirmiş, hastaların yüzüne…”
-Evin nerde efendi, uzakta mı oturuyorsun? Efendi beni duymuyor ki, benim sesim kısık, o da sağır ellaam ki.
Duysaydı, arabayla geldim seni evine kadar bırakayım diyecektim. O, hızını alamamış söylenip duruyor.
Söylensin bakalım. İçini bari boşaltır deyip oradan uzaklaştım, sessizce.