HER İŞTE LİYAKAT

Bu günlerde liyakat sözü çok duyulmaya başlandı. En yukarıdan, tabana kadar herkes kullanıyor. Bir siyasetçi,   Üst düzey bir atanmışın sözlerine: “ ilkokul öğrencisi bile bu sözü söylemez. Çok ayıp “ Diye tepki gösterdi.

Patron liyakatli işçi ister.  Amir memurun iyi yetişmişini arar. Usta liyakatli çırak ve kalfayı önemser.

İyi seçmek gerekli. Kimsenin alnında liyakat derecesi yazmaz. Kimsenin liyakatini ölçmek de hemen olmaz. Zamana ihtiyaç vardır. Elimizde bir ölçü aleti de yoktur.

Kendimce liyakatli kişiler bulmak,  için çıktım. Bir taksiye bindim. Şoför, adres sordu. Söyledim. Taksimetreyi çalıştırdı.

Ben suskun. O konuşuyor. Hem de acelesi varmış gibi konuşuyor.

Sağ geride oturuyorum Konuşurken hep dönüp yüzüme bakıyor. Bakarken direksiyonu tek eliyle kullanıyor. Uyarmak istedim.

“ Yoldan gözünü ayırmasan iyi olur.”

Dediğime pişman oldum. Bu söz onu asıl konuya getirdi.

“Bak amca, yirmi yıllık taksiciyim. Hiç kaza yapmadım. Arabamda vuruklar vardır. Herkes geldi bana vurdu.   Araba kullananlar, işinin ehli değil. Ehliyetleri bakkaldan almışlar.  Ben en kaliteli şoförüm.”

Bunları söylerken yola baktığı kadar dönüp bana bakıyor.  Belki yola bakar düşüncesiyle cevap vermiyorum. Yola bakmamakta inat etmiş bir hali var. Korkmanın bir yararı olmayacağını bildiğim halde korkuyorum.

Yolun sonuna geldik. Parasını ödeyip uzaklaştım. Üç defa dönüp baktım.  İçimde hep kaza yapar korkusu devam etti.

“Liyakatli şoför mü?  “  Diye düşündüm. Değil ama çalışıyor, kazanıyor.  Evine ekmek götürüyor.

Kendi sözleriyle, kendi kalitesini reklam ediyor.

Berbere girdim. Kısa boylu, şişman, sakallı, Korona maskesi takmış yumuşak bakışları olan cana yakın bir kişi.

İşine devam ederken bana saygıyla  “Hoş geldin.” dedi. Konuşurken işini durdurmadan,  aynadan yüzüme bakıyordu.

Taksiciyle kıyasladım. Bakmasında sakınca olmadığını düşündüm.  Kendi kendime, “ yüzüme bakmasından, işine bakması  “  daha iyi sonucuna vardım.  Kısa süreli işi bıraksa zamanı ısraf edeceğini düşünüyordu.

Benim tıraşım başlayacak.

Çırak beni hazırladı.

Berber, saç kesme makinası ve tarakla yaklaştı. Nasıl tıraş istediğimi sordu. Söyledim.   Dükkân iyi düzenlenmiş,  her şey yeni.  Sivil giyimli berberin giydiklerini beğenmedim. Kalitesiz olabilir.  Eski de olabilir.  Daha temiz olmasını beklerdim.  Sen neden önlük giymiyorsun? Diye sordum.

“Daralıyorum. Var da giymiyorum.”

Senin önlüğün olmalı. Kravat takmalısın,  iş yerin senden daha şık görünüyor. Sen iş yerinden şık olmalısın.”

Sağ ve sol kulak diplerimden makinayla birer yol açtı.

İzin isteyip kapıdaki arabaya gitti. Kuaför malzemeleri satan arabadan bir şeyler aldı geldi. Ben bekledim. Tıraşa başlamamış olsa. Tıraş olmadan çıkardım.

Dükkâna layık olması için tecrübe kazanması gerekiyor. Yeni açılmış iş yerinde bu aksaklılar olur.

Ala buluz tıraşım bitti. İlerde işine layık olacağı umudunu taşıyarak ayrıldım.

Girdiğim mobilyacıda beklediğimden fazlasını buldum. Dükkânı bir mutfak gibi döşemiş,  her şey yerli yerinde. Temiz içeri girenin yüzüne gülümseyen bir görüntü vardı.  Tüm çalışmalarını bilgisayarla yapıyor.

Verdiğin ölçülerde dolap,  mutfak tezgâhı, lavaboları önce ekrandan müşteriye gösteriyor.

Güleryüz’le izah ediyor. Anlaşılmayan kısımları tekrar anlatıyor. Giyimi,  sinekkaydı tıraşı ve kibar sözleriyle dikkat çekiyor.

Karşılamada ve uğurlamada tam müşterinin beklediği gibi davranışlarda bulunuyor. Açık sözleri ve sohbetiyle işi olmayanları da beklediğini vurguluyor.

Kendimce buna tam not verdim.

“İşte liyakat bu dur.”  Diye ayrıldım.

Ayrıldım ama merakım son bulmadı. Taksici, Berber, mobilyacının yetişme tarzını merak etmeye başladım. 20.08. 2020

Osman Kablan:

This website uses cookies.