İZMİR’DEKİ DOST VE ÖĞRENCİLERİM

İZMİR’DEKİ DOST VE ÖĞRENCİLERİM

 

Aydın’dan sonra Balıkesir’deki düğüne de katılmak için hem yedi gün sonra olacak düğünü beklemek, hem de hasret gidermek için Aliağa’da yaşayan kayınbiraderimi ziyaret etmek istedik. Ne var ki iki gün boyunca yağmurlardan gözümüzü açıp evden dışarıya adımımızı bile atamadık.

                Kapalı ve kasvetli havanın bazı güzellikleri de oluyor. Eğimli bir arazideki evimizin penceresi caddeye bakıyordu. İki gün boyunca Arap Kızı gibi kaldırımın dibinden akan orta boy seli izledim. Siz hiç şakülü yağan yağmur damlalarının taze yaprakları ve bahçedeki diz boyu otları okşamalarını izlediniz mi?

                Gitmeden planlamıştık. Bir gün trenle İzmir’de Tokatlılar derneğine uğrayıp tanıdıklarımızı oraya davet edelim. Oturup, durup hasret giderdikten sonra aynı araçla geri dönelim. Eski öğrencilerimden Sevgili Sebahattin Çelik, biz daha Aydında iken egeye geldiğimizi öğrenmiş Face’den. İzmir’e gelince bir alo dememizi istemişti, mesajla.

Aliağa’ya gelince yağmurdan fırsat bulamadığımız için Sebahattin’i arayamamıştım.

                Ben sel ve tv ile haşır neşirken sevgili Sebahattin aradı. “Hocam, bu gün hava açık olacakmış. Adresinizi bildirin. Sizi almaya geliyoruz.

                Zarif eşi Makbule hanımla bizi aldılar, önce Yeni Foça’da bir çay içimi kalıp sonra asıl durak, eski Foça’ya geçtik. Sebahattin’in oğlu, burada banka müdürü olduğundan sık gelirlermiş Eski Foça’ya. Restorandakiler, tanış tanış karşıladılar. Buradaki lokantaların tümü içkiliymiş. Turist kenti olmak, böyle bir şey olmalı. Yemek siparişinden sonra şöyle bir gezdik, etrafı. Deniz kıyısında tarihî ve küçük bir yerleşim yeri olan eski Foça, cıvıl cıvıl mutlu insanlarla doluydu. Onları görünce Kul Himmet’in “Seyyah olup şu âlemi gezerken” dizesiyle başlayan deyişini anımsadım.

                Deniz, deniz değil bir göldü sanki. Dalgasız, sakin… Kıyıda sıra sıra bekleyen tekneler, müşteri gezdirmek ya da balığa çıkma zamanını bekliyor gibiydiler.

                Bu yörenin bir güzel âdeti de kaldırım ve otoyolunun arasına genişçe bir bisiklet yolu yapmak galiba…  Geçen sene Tokat’ta da ayrılmıştı bisiklet yolu. Hatta bisiklet şekli bile çizilmişti, ayrılan şeride beyaz boyayla. Sonra birden bire unutuldu gitti nedense…

                Uzaktaki tepenin üzerindeki kocaman Türk bayrağı ve Atatürk’ün Kocatepe’deki heykelinin fotoğrafını çekmek istedik ama beceremedik.

                “Sahilden gelmiştik. Dağ yolundan döneceğiz hocam.” “Siz bilirsiniz. Elinize düştük bir kereJ))” Bu karardan sonra İzmir’in dağlarına tırmandık. İzmir’in dağlarında gerçek anlamıyla çiçekler açmıştı. Allı yeşilli manzaranın seyrine doyum olmuyordu. Bakımlı, bol virajlı asfalt yol, bizi bir köye, KOZBEYLİ KÖYÜ’ne ulaştırdı. Otomobil kalabalığının sebebini, “Atatürk’ün burada kahve içtiği söylenir. İnsanlar, onun anısına kahve içmeye geliyorlar:” diye açıkladı Sebahattin.

                Konuk olduğumuz eve teslim etti Sebahattin’ler. Tek başımıza gidemeyeceğimiz, ve de göremeyeceğimiz yere götürüp gezdirdikleri ayrıca şahane bir gün geçirmemize vesile oldukları için Makbule ve Sebahattin çiftine gönül dolusu teşekkürlerimizle…

 

Rasim Canbolat:

This website uses cookies.