KÂBUS
Gümenek’teyiz. Irmağın suyunun kanallara dağıtıldığı noktadayız. Yani legüratördeyiz. Erkek torunum.
-Dede ben şu suya girsem, yüzerek karşıya geçebilirim.
-Sakın aklına uyma oğlum. Görmüyor musun? Su nasıl çok ve hızlı akıyor? Allah korusun, bir mandayı bile götürür.
Bu arada rahmetli Şinasi Işık’ın anlattıklarını anımsadım:
“Kanalın dolu dolu akan suyu, köprüyü yalayıp geçiyordu.
“Durak bir daldı, köprünün öbür başından çıktı” dediler. Kaz uçar da Laz uçamaz mı hesabı ben de geçerim ne var bunda dedim. Soyundum. Arkadaşlar, seyirde. Bi daldım arkadaş, köprünün yarısına gelince nefesim kesildi. Zifiri karanlık. Nefes alayım diye başımı kaldırıyorum, kafam köprünün alt tavanına çarpıyor. Kâh suyun akıntısı, kâh kendi gayretimle köprüyü geçtim. Bir alkış tufanıdır koptu ama ben suya girdiğime itten kurttan pişman oldum. Sana ne oğlum kim nereden nasıl geçerse geçsin diyerek… son pişmanlık fayda etmiyor ki…
Irmağın bu tarafı bizim, yani Emirseyit kasabasının karşı tarafı Çerçi Köyü’nün. Karşıya geçen hayvanlarımızı geri getirmek gerekiyor. Arkadaşlar, soyunup karşıya geçiyorlar. Geçerken de burası boy boy diyorlar. Boy diyorlar ama taşa basıp da mı söylüyorlar bilinmez, onların gırtlağına gelen su, benim boyumu aşıyor. Girdiğim zaman yüzerek ancak kurtula biliyorum.”
Şinasi’nin anlatılarını düşünürken şöyle etrafa bakınayım derken birden bir çığlıkla irkildim. Ben kolay kolay dizime vurmam. Geri döndüm. Suyun kenarında ayaklarını suya sokarak serinlemeye çalışan kız torunlarımdan biri azgın suya düşmüş çığlık çığlılığa yardım istiyor. Koşarak yanlarına yetiştim ki herkes keyfinde zevkinde. Yine oynayan oynuyor yine kızlarım ayaklarını serinletiyor. Olay, bir saniye bile sürmedi,
Gördüklerim kâbus mu ağabey?