Kendimizi Fişlerden Çekelim

İnsanlar kendilerini fişe takar ya da insana fişler takılır. Biz taktığımız ya da takılan fişlerle yaşıyoruz.

Bize takılan veya kendi kendimize taktığımız fişler!:

Sosyal medya fişi

Sekülerizim fişi

Reklamlar, tüketim çılgınlığı fişi

Modernizim fişi

Deistlik fişi

Partizanlık

Tarikat üyeliği fişi…

Bir de Allah’ın taktığı fiş vardır ki o fiş çekilince ömür sona erer!

Hedefsiz insanlarda, hayatı doğru okuyamayan insanlar üzerinde sosyal medya pek çok olumsuz duygular oluşturmaktadır. Bunlar; kimlik oluşumu üzerinde olumsuz etkiler, mahremiyet duygusunun gelişmesini engelleme, kandırılma ve suistimal, yasal sorunların meydana gelmesi, popüler olma isteği sonucu yalanlarla yaşamak, paylaşılan fotoğraflar, namus duygularını törpülemesi ve gizli kalması gerekenlerin sır olmaktan çıkması, toplumdan uzaklaşıp yalnızlaşma, kilo alımı ve hareketsizlik gibi sağlık sorunlarının ortaya çıkması, konuşamayan ama yazan gençlik türemesi, gelişmelerden ve hayattan geri kalma gibi pek çok sorunların temel kaynağıdır. Her biri ayrı ayrı başlık halinde incelenebilecek bu zararlı durum toplumsal bağları tamamen çürütmekte insanları büyük bir yalnızlığın girdabına sürüklemektedir.

Bize takılan fişlerden biri de sekülerizimdir. Sekülerizm; yani dünyevileşme, insanlar için kanserden daha tehlikeli bir hastalıktır. Seküler insanlar dünya nimetlerini sonuna kadar kullanmak için her türlü eyyamcılığı meşru gören insanlardır. Sekülerizim, dinde laubalileşme, lakaytlık, ibadetleri hafife alma ve geçiştirme, Allah’ın emir ve yasaklarında vurdumduymazlık, amelde kafasına göre takılma v.b. dünyevileşmenin dışa yansıyan tezahürüdür. Müslüman’ın da, Hıristiyan’ın da Yahudi’nin de seküleri mevcuttur ve dini yozlaştırmanın bir başka yöntemidir sekülerizim. İnsanı bir nevi laik duruma getirme, dinden bağımsızlaştırma demek olan sekülerizim, dünya işlerine din, ahiret ve benzeri manevi duygu ve düşünceler haricinde bakmaktır. Layt Müslüman, layt hristiyan ya da layt Musevi olma hali!

Reklamlar, değerlerin/imajların tüketicilere ikna edici bir biçimde aktarımını sağlayan en etkili iletişim araçlarından birisidir. Reklamlar, ihtiyaç olmayan şeylerin ihtiyaç haline getirilmesini amaçlayan vahşi kapitalizmin ürettiği ve insanlara bir fiş olarak taktıkları bir zehirdir. Reklam, “doğrudan satış ya da kar sağlamayı kolaylaştırmaya yönelik insanlarla iletişim kurma sanatı” olarak tanımlanır.

Reklamlar, kadınları kendi alanlarında, erkekleri kendi alanlarında, çocukları da kendi alanlarında etkileyerek, sürekli tüketmelerine, kısa süreli mutluluk anlayışına sahip olup genelde mutsuz, tatminsiz bireyler olmalarına neden olmaktadır. Gereksiz satın alma eğilimi beraberinde bir tür boşluğu da getirmektedir bir süre sonra. İhtiyaç olmayan şeylerin ihtiyaç haline getirilmesi, değerler sisteminin zayıflatılarak nahoş olan şeylerin hoş şeyler gibi gösterilmesi, inanç sistemimizde de zaaflara yol açmakta, tüketilmesi yasaklanan şeylerin tüketimini meşrulaştırması reklamların en korkunç taraflarından biri olmaktadır. Reklamlar aynı zamanda sekülerliğin artmasının bir nedenidir desek yanlış olmaz. Reklam fişlerini çekmediğimiz sürece hem cebimizden hem de dinimizden olmamız kaçınılmazdır.

Modernizm, geri kalmışlığı dini ve toplumsal değerlere bağlama hastalığıdır. Bu fişin bize takılması iki yüzyıllık bir hadisedir.

“Modern, çağdaş, Batı görmüş” şeklinde övülen bir anlayış var toplumumuzda. Bu zihniyette, sonradan görmüşlük ve özentilik, tarihinden ve kültüründen (Doğulu olmaktan) utanmanın verdiği bir eziklik var. Necip Fazıl buna “Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap” demiştir. Ama modernler(!)ise bu benzetmeye “Necip Fazıl’ın şairliğinin yere çakıldığı dizeler, dünyaca ünlü olsan ne yazar, Atatürk’ü bile anlamadıktan sonra, kendini küçültmüş” şeklinde cevap vermekten kaçınmadılar. Ne de olsa fişleri hala takılı!

Deizm çok eski bir hastalık olsa da bizim topluma son zamanda takılan bir fiştir. İnsanlar çok basit şey-ler için inançlarını terk ediyorlar. Allah’ın, insanların uymaları gereken ahlâk, terbiye ve nezâket kurallarını yok sayarak istedikleri gibi yaşamak için batının bize taktığı deizm fişi toplumsal hastalık haline gelmiştir. Tanrıyı sadece yaratmayla sınırlandıran, dünya işlerine karıştırmayan bu hastalıklı ruh hali, toplumsal ilişkilerin kontrolünü kontrolsüzlüğe terk etmektedir. Çünkü insan doğasında çok fazla hırs-ihtiras, tutarsızlık ve bencillik vardır. Bunların kontrolü yasalarla tamamen karşılanamaz. Kontrole tabi olmayan güç yalnızca Tanrı’ ya mahsustur, insanları kontrol eden de Allah’ın yasak koyduğu şeylerdir. Haşa, Allah’ı kenara koyan bir anlayış toplumda ve dünyada kaos ve anarşi doğurur.

Partizanlık veya fanatizm fişi bize takılan fişlerden bir diğeridir. Partizanlık bir futbol fanatizmi gibidir. Fanatik, bir öğretiye, bir kimseye ya da bir şeye çok aşırı ölçüde, coşku ve tutkuyla bağlılık duyan kişi olarak tanımlanıyor. Burada akıl, bilim ve ilim rafa kaldırılmak zorundadır. Aklın, bilimin ve ilmin hakim olduğu yerde fanatizm olmaz. Ruhunu-aklını bir partiye teslim edip, hayatını ve kararlarını buna dayandıran insanlar partiye de topluma da ailesine de faydalı olamaz.

Fanatizm aynı zamanda bir tür bağnazlıktır. Bağnazlık ise “bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, bağnazca davranış, taassup, mutaassıplık, fanatiklik, fanatizm” şeklinde tanımlanmıştır. Fanatizm, çıkarcılık ve anarşiyi doğuran hastalıklı bir ruh halidir.

Asrısaadetten sonra Müslümanlara yavaş yavaş takılan diğer bir fiş de tarikat fişidir. Bazı dönemlerde bu fiş doğru iş görse de, bu fişi takanlar çoğu kez fişi takma amaçları doğrultusunda muhataplarını kullandılar/kullandırıyorlar. Yüzlerce tarikat, sayıları bilinemeyecek kadar şeyhler, bir o kadar alternatif din İslam dünyasını başsızlığa, ayrılığa ve güçsüzlüğe sürüklemiştir. Kendisini mutlak doğru gören, dışındakileri ya eksiklikle, ya hatalarla ya da en korkuncu dinsizlikle itham eden cemaat veya cemaatler, hem ülkemizin hem de İslam dünyasının kanayan yarasıdır. Daha korkuncu bu tür yapılanmalar din olgusunun kafalarda yanlış anlaşılmasına neden olmakta ve de deizmin önünü açan bir ortam oluşturmaktadır. Özellikle aşırıya giden ve dini uygulamalarla alakası olmayan tarikatlar İslam’a korkunç zararlar vermektedir. Toplumsal kurtuluş yerine bireysel kurtuluş peşinde koşan bu tarikatlar İslam dünyasını yalnızlaştırmakta ve Müslümanların bir güç haline gelmesini engellemektedir. Bir an önce bu fişi çekmek zorundadır devlet ve bireysel olarak Müslümanlar.

Allah’ın iki fişi vardır! Can fişi ve ruh fişi! İnsan bu iki fişle dünyaya gelir. Can fişini bir süre sonra Allah çekecek. Ruh fişi ahlak, edep, dürüstlük, vicdandır.

İnsan; düşünme, karar verme, eyleme geçme, nerede-kimlerle-nasıl yaşadığını idrak etme, fayda-zarar üretme vb. “becerilere” sahip olarak yaratılmış, ruhuna bunlar yerleştirilmiştir. Bu sebeple “yaptıklarından” sorumludur.

Ruh fişini çıkaran insanların hayat felsefesi “hayatın tadını çıkarma” mantığı üzerine kuruludur. Bu mantıkta“ego” (bencillik) baskın değerdir. Böyle biri “kendini dünya hayatı ile sınırlandırıp, hiç ölmeyecekmiş” gibi davranır. Ahlâki değerleri zayıftır ya da hiç yoktur… Bu yaşam tarzı hayvanların yaşamına benzer. Yani; doğar, beslenir, cinselliği yaşar ve ölürler; “sorumluluk taşımak” söz konusu değildir. “Yapmaları gerekenleri” yapmadıkları gibi, “yapmamaları gerekenleri” yaptıklarında da pişmanlık duymazlar.

Ruh fişini çekip yerine başka fişler takanların yakalanacağı hastalıklar; televole kültürü, magandalık, alkolizim, çıplaklık, sömürü, sınırsız eğlence, çetecilik, fanatiklik, kumar, erotizim, flört, falcılık, hırsızlık… gibi insani olmayan şeyler olacaktır. Bütün bunların sonucu, kötü bir eş, sorunlu bir komşu, ahlâksız bir ortak vb. ruhu karartan, insana hayatı zindan eden durumlarla karşılaşmaları doğaldır…  Hem kendine, hem başkasına, hem hayvanlara hem de doğaya zarar veriler. Ama şu unutulmamalıdır ki insanoğlu ruh fişini çıkarıp yerine nefsi arzularının fişlerini taktığında, can fişi çekildikten sonra bunların hesabını tek tek verecektir.

Ruh fişi takılı insanlar niçin var olduklarının bilincindedir. Onlar için “bayat imtihan yeridir”; bir gün ölecek ve kendisine verilenlerin hesabı ahirette sorulacaktır. Bu sebeple onlar için ahiret hayatı(ebedi hayat) dünya hayatından daha önemlidir ve oraya hazırlanılmalıdır. Bu hazırlığın “kime ve neye göre” yapılacağını akıl ve vahiy yoluyla bilirler. Bir diğer ifade ile hayatını Yüce Allah’ın (cc) belirlediği kurallara göre tanzim etmeye çalışır. Bunda zorlanmaz; çünkü Allah’ın hoşnutluğunu talep etmek onlar için her şeyin üstündedir. Onların can fişi çekildiğinde mükâfatla karşılaşırlar. Ruh fişini çıkarmayan insanlar sabırlıdırlar, fevri değillerdir, gözlerinin içi güler, karşılarına çıkan ruhsuz ve öküzleri bile acaba diye anlamaya çalışırlar, kendisinden daha kötü durumda olanlara yukarıdan bakmazlar, her şeyin bir gün sona ereceğini bildiklerinden dünya malına göz dikmezler/hırsızlık yapmazlar, farklılıkları zenginlik görür, ben demez biz derler. Bunlar kendilerine de başkalarına da, hayvanlara da, doğaya da zarar vermezler. Tercihiniz hangisi? Ruh fişini çıkarmayalım der gibisiniz!

O halde bize takılan ya da kendi taktığımız fişlerlerden kurtulmak dileğiyle.

 

İsmet YALÇINKAYA

15.12.2019

İsmet Yalçınkaya:

This website uses cookies.