KOYUNLAR NEREYE GİTTİ ?
Teyzem bir dağ köyünde yaşar. Geçimlerini hayvancılık yaparak sağlarlar. Fazla verimli olmayan ve pek sulanmayan küçük tarlalarında da sebze ve meyve yetiştirirler. Koyun, keçi, köpek ve tavuklarla dolu ahırları ve hemen yanındaki evleri , köyün hemen girişinde adeta bir küçük çiftliği andırırdı. Okullar tatil olduğu zaman ben o köye giderdim.bizim ev şehir merkezinde olması ve bizim evde hayvan beslenmemesi yüzünden bende hayvanlardan uzak yaşamaktaydım.Hayvanlardan korkar ve onlardan kaçardım. Ama teyzemin benim yaşımda olan oğlu Orhan hiç hayvanlardan korkmaz ve onlarla adeta koyun koyuna yaşardı.
Teyzemin köyü aslında dağlar arasında çok dar alanda kurulmuş.Zamanında bu köye sel gelmiş ve bazı evleri hasar görmüş. Teyzemin evininde olduğu evler afet konutları olarak köyün hemen yamacında alçak dağın eteklerine sıra sıra olarak inşa edilmiş. Sonradan bu evlerin yanına herkes gücü oranında ahır falan yapmışlar. Evlerde su bulunmamakta köyün hemen meydanında bulunan çeşmeden karşılanmaktaydı. “Taşıma suyla değirmen dönmez” derler ama bu evlerin tüm ihtiyaçları taşıma suyla halledilmekte. Bu hayata bakınca bu atasözü ve bu yaşantının nasıl çeliştiğini pek anlayamazdım.Hala da anlamam ya ….
Teyzemin evinden çıkıp küçük bodur çalılıklar arasından alçak dağa yürüdüğün zaman dağın zirvesine gelince , oradan önüne büyük çorak bir ova başlar.Bu ova bana uçsuz bucaksız gibi gelirdi.Tam bu ovanın ortasından bir karayolu ve tren yolu geçer. Sessiz ve ıssız yaz gecelerinde trenin şıngır mıngır sesi yükselerek gelir , sonra yavaş yavaş azalırdı.Trenin sesinden uzaklığını anlamak mümkün olmaktaydı. Bu ses bana nağme gibi gelir çok hoşuma giderdi.
Uzun kış günlerinde koyunların dirsek kemiklerinden oluşan “aşık” denen kemikler vardı. O kemiklerle koskocaman yaşlı başlı insanlar aşık oynar, ben o zaman bu oyunları anlamazdım.Çünkü bizler şehirde yaşadığımız için bizim babalarımız kahvehanelerde okey oynar, kağıt oynarlardı.Bu yüzden köy meydanında koskocaman adamların aşık atışmasını anlamazdım. Bunu babama sorduğum zaman bana :
-Oğlum orası köy yer, kahve yok, oyun yok , adamlar okuma bile bilmez.Hayvanlarına baktıktan sonra kocaman adamlar ne yapacaklar ? Can sıkıntısından ne yapsınlar aşık atışacaklar, derdi.Bunu bile anlamakta zorlanmaktaydım.
Uzun kış gecelerinde teyzemlere gittiğim zaman köyde kahvehane olmadığı için , şehirden bizim geldiğimizi duyan akrabalar toplanarak gelir , sohbetler ederlerdi.Bizler sessiz köşede oynar bazen bu seslere kulak misafiri olurduk.Yaşlı erkekler askerlik anılarını , başka köylere gittikleri zaman gördükleri o yörenin ananelerini , geleneklerini anlatmaktan zevk alırlardı. Siyasi konuşmalar ve gelişmişlik üzerine konuşmalar 10 yaşımda olmama rağmen benim dikkatimi çeker ve zevkle dinlerdim.
Bazen orada bulunan erkekler bana kitaptan hikaye okuturlar ve hikayeyi tamamladıktan sonra :
-Şehirde okumak başka , bizim çocuklar bu kadar hızlı ve güzel düzgün okuyamıyor , dedikleri zaman , annem ve babam haklı olarak biraz şişinirler, bizlerle gurur duyarlardı. O zaman ben bu kadar neden beğenildiğimi anlamaz, ülkenin her yanında hep aynı kalitede eğitim verdiğini, tüm çocuklarında benim kadar hızlı ve güzel okuduklarını sanırdım.
Çocukluğumda Ramazan ayları , yazın en sıcak zamanlarına rastlardı. O zaman biz çocuklara sıcak aylarda oruç tutmak zor olurdu. Köy yerinde oruç açmanın da zevki güzeldi.Taze bal, yağ süt sacda kızarmış çökelekliler çokta zevkli olurdu.
Yaz aylarında geceler ay ışığında aydınlanır ve gündüzün sıcağında etkilenmeden hayvanları gece otlatırlar ve gündüz de dinlenmeye çekilirlerdi. Teyzemin oğlu Orhan’da kısa yaz gecelerinde hayvanları otlatmaya gider sahur vakti dönerdi. Beni de götürmek ister ama teyzem hem korktuğundan hem de benim gitmek istemediğimden Orhan bana ısrar etmezdi. Onlar köyde yetişmiş insanlardı .Gece karanlıklardan korkmuyorlardı ama bizler “muhallebi çocuğu “ sayıldığımız için korkmaktaydık işte.Bizim bu korkularımızla köy çocukları alay eder , bizler de pek anlam veremezdik ama gene de ses çıkarmazdık.
Bir Ramazan akşamı teyzemin oğlu Orhan teravih namazından sonra koyunları alarak otlatmaya çıktı. Kısa yaz gecelerinde , teravih namazından sonra fazla oturulmuyor ve biraz sohbet edildikten sonra herkes uykuya dalıyordu. Bizler çocuk olduğumuz ve uzun yaz günlerinde oruç tuttuğumuz için midemiz uzun zaman aç kaldıktan sonra , iftarda yemekten sonra ve teravihte de namazdaki hareketlerden sonra uykumuz geliyor uyuyorduk.
O günde teravihten geldikten sonra biraz konuşulanlara kulak misafiri olmuş ve usanınca , uykumuzda gelince erkenden yatmıştık. O zamanlar köyde kitap falan olmadığından hemen uykumuz gelmekteydi. Şehirdeki evde olsa uykumuz kolay kolay gelmezdi.Kitap okuyarak zamanın nasıl geçtiğini adeta unuturduk.
Uykum gelip yatmıştım ki sahura doğru teyzemin feryadı ile uyanmıştı ev halkı .Teyzem yüksek sesle ağlamakta hem de söylenmekteydi:
-Battı bizim ocağımız .O kadar koyunu nasıl kaybedersin? Bulamazsak perişan olacağız, diye ağlıyor, onun karşısına oturmuş olan Orhan ondan daha çok feryad ediyor ama ağlarken ne diyeceğini de pek bilemiyordu.Anne oğul ağlarken ev halkı ve misafir olan ben ne diyeceğimizi bilemiyorduk.Anne ve oğlu karşılıklı bir süre ağlamaya devam ettiler.Ev ölü evine dönmüştü.
Osman çocuk olduğundan koyunları otlatırken aniden uyku bastırmış ve uyandığı zaman da koyunların yanında olmadığını anlamış ve bir süre koyunları aradıktan sonra bulamayınca ağlayarak eve dönmüştü.Bu ağlamaların sebebi buydu.
Teyzemin kocası da böyle bir yaz gecesi koyun otlatırken ölmüş ve o zaman küçük olan çocukları ile dul kalmıştı. Bu yüzden koyunlar kaybolunca feryad etmelerinin bir sebebi de “ Babamız koyun otlatırken öldü, şimdi de koyunlar mı öldü?” diye düşünmelerinden olmalıydı . Anne ve oğul bir süre ağladıktan sonra evin büyük oğlunu da alarak koyunları tekrar aramaya gittiler. Elleri boş dönünce teyzem tekrar ağladı.
Bir süre sonra sahur vakti girince herkes yemeğini yiyerek yattı. Teyzemin büyük oğlu ve Orhan tekrar koyunları aramaya gittiler ama koyunları bulamamışlardı. Karanlıkta arayamayacaklarını anlayınca geri dönüşler ve güneş epey yükselmeye başlamıştı. Bu arada herkes üzüntü içinde evin önüne oturmuş beklemeye başlamıştı.Komşular olayı duyunca herkes kapıya toplanmış ne olduğunu anlamaya ve aileyi teselli etmeye “ Korkmayın bir şey olmamıştır “ diye teselli etmeye çalışıyorlardı.
Bu arada komşunun oğlu o alçak dağın tepesinde sürüsü ile belirmeye başladı.Bir yandan da komşunun koyun otlatmaya giden oğlu yüksek sesle :
-Orhan! Koyunlar nerede ?
Diye seslenince herkesin hüznü sevince dönüşmüştü.Sürü dağdan aşağı inerken fark ettik ki , komşunun sürüsü daha kalabalık.
Meğer gece karanlığında Orhan uyuyunca koyunlar başıboş kalınca bir hayli ilerde koyunlarını otlatan komşunun sürüsüne katılmış o sürü ile daha uzaklara giderek sabaha kadar otlamışlardı.Tabii ki teyzemin çocukları aramalarda netice alamayınca ve komşunun sürüsüne de rastlayamayınca eve eli boş dönmüşlerdi.
Sürü gelip, teyzemin koyunlar ağıla girince herkes nefes almış , gece uykusuz kalan ev ahalisi de öğleye kadar uyanmamak üzere derin uykuya dalmışlardı. O gün akşam bu olayın sevinci ile her zamankinden daha büyük iftar sofrası kuruldu ve koyunları bulan komşu çoban ve ailesi de iftara davet edildi. O gün yaşadığım olayı da o uzun oruç gününden sonra yaşadığımız iftarı da ömür boyunca unutamadım.
Aradan yıllar geçip Avukat olduğum zaman Orhan şehre geldikçe yanıma uğrardı. Orhan’ı görünce ben hemen:
-Ooo Orhan Kardeşim koyunlara ne oldu ? diyerek espri yaparım.O zaman Orhan’da bende güleriz ve hep o günleri hatırlarız .