Kurbağayı Haşlamak

Eğer bir kurbağayı haşlamak isteyip de onu içi kaynar su dolu bir kaba atasanız, kurbağa anlık bir refleksle sıçrar ve kaçar. Ama onu ılık bir suya koyup da alttan yavaş yavaş ısıtırsanız kurbağa ne olduğunu anlamaz, kendi vücut ısısını da arttırır ve suyun sıcaklığını fark etmez hale gelerek ısınan su ile mayışır ve kaynayan suda haşlanır. Sonunda da ölür. Bu olay sosyal bilimlerde şöyle kullanılır: Az miktarda hissedilen bir olay kademeli olarak gittikçe artarsa, insanlar buna sonunda alışa alışa görmezden gelmeye ya da fark etmemeye, normali oymuş gibi algılamaya başlarlar.

                Arada sırada ateşin ayarını fazla yükseltseler de tepkiler üzerine "pardon şaka yapmıştık, yanlışlıkla oldu" deyip ateşi kısmasını da bilirler. Ancak su ısınmaya devam eder, kurbağa da rehavetle mayışıkmayışık beklemeye devam eder.

                Su ısındıkça kurbağa kaplıcada yaşlı teyzeler gibi gevşemeye, rehavete ve fiziksel atalete sürüklenir… Bacak refleksleri çalışmayan kurbağanın, sonunu veya bir mucizevi kurtuluşu bekletmekten başka çaresi kalmaz…

                Demek ki neymiş; kilo aldığınızı, boyunuzun uzadığını, çocuğunuzun büyüdüğünü, sacınızın uzadığını, toplumun yozlaştığını, insanların duyarsızlaştığını, her gecen gün fakirleştiğinizi, ilişkinizin sona yöneldiğini fark etmemeniz işte bu yüzdenmiş. Toplumsal hastalıklarımız, tarihimizin, kültürümüzün yozlaşması, dinimizi “tavuk gibi yaşayan kartala” benzetmemiz, siyasetimizin demokrasi ve adaletten uzaklaşması… bu yüzdendir. Hatta dilimizin bir fanusa sıkışması, Osmanlı’ya reddiye… bu yüzdendir. Bunların hiç biri aniden olmadı. Bir kısmı yıllar alırken bir kısmı iki asırdır hala devam ediyor. Zira bazı kurbağalar zayıf olurken bazıları ise çok dayanıklıdır. Çınarın kökleri çok sağlam ise ısıtma işlemi çok uzun sürecektir. Mesela dilimizin haşlanması, tarihimizi unutmamız iki yüzyıllık bir ısıtmanın sonucudur. Neyle ısıtıldık? Beş kelimeyle özetleyebiliriz. “Tanzimat, ıslahat, inkılap, reform ve devrim.”(Hayati İnanç) Bu beş kelimeyle yaklaşık iki asırdan beri bizi başka bir kişi haline getirmekti, “ateş medeniyetinin” yamyamları. Mevcudu yıkmaktı öncelikleri. Biz de ısındıkça şeytana uyduk ve “yıkalım naraları” atmaya başladık. Bu kadar yıkım şehveti günümüzde kendimizi tanıyamayacak hale gelmemize neden oldu. Demoralize olmuş, çökmüş, iddiasından vazgeçmiş bir kurbağaya dönüştük. Çünkü Cemil Meriç’in ifadesiyle, “Batı ateşimizi yakmıştı” bir kere. 

                “Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz  vardık cihanda, bir de küffar…

                Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, ‘Ben Avrupalıyım’ demeğe başladı, ‘Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.’

                Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına: ‘Hayır delikanlı’, diye fısıldadılar, ‘sen bir az-gelişmişsin.’

                Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir ‘nişan-ı zîşân’ gibi gururla benimsedi aydınlarımız.”

                Cemil Meriç. Bu Ülke, Cemil Meriç, İletişim Yayınları, Sayfa: 96, İstanbul, 1996.

                Hafif ısıya kanan kurbağa gibi “az gelişmişliğe” inandık ve kendimize saldırdık. Hem içerden hem dışarıdan saldırılar Türkün en uzun asrını (19. asır) ortaya çıkardı. Hala ısıtılıyoruz, hala mayışıklığımız devam ediyor.

                Ne olacak? Sorumluluk sahipleri titreyip kendisine gelecek. Bulundukları su dolu kazandan ateşe su atacaklar. Yüksek gelir sahibi siyasiler, bürokratlar, alimler(!), ilim adamları, üniversiteler ve dahi cemaat ve tarikatlar gözünü açacaklar. Tevbe etme zamanı geçiyor. Yoksa önce gözleriniz patlayacak. Göreve çağırılmayacak, göreve koşulacak.Başkalarının türkü çığırarak aramasını beklemeyecekler; çünkü her şey ortadadır.  Zira "Olimpos dağının çocukları, Hira Dağının evlatlarını asla kabul etmeyecektir." Cemil Meriç.

                Allah sonumuzu hayır eylesin diyeceğim ama dilim varmıyor. Sen hayırlı iş yaparsan Allah da hayırlı sonuç yaratır da ondan…

İsmet Yalçınkaya

13/02/2019

İsmet Yalçınkaya:

This website uses cookies.