İş ve cemiyet hayatının sevilen simalarından Kutlu Tamay, Ankara’da eğlence kültürünün çok geliştiğini ifade etti. Tamay, uzun yıllar memur ve öğrenci şehri olarak anılan, son yıllarda ise sanayi ve ticaretiyle dikkat çeken Başkent’in artık gece hayatıyla da adından söz ettirdiğini belirtti. Özellikle son dönemde açılan mekânların kalitesinin dünya standartlarında olduğuna dikkat çeken Tamay, “Ayrıca yeni bölgeler de bu yaşama dâhil edilmeli. Örneğin Bahçelievler 7. Cadde, Park Caddesi, Tunalı ve Filistin gibi caddelerde yeni yerler, yeni mekânlar açılmalı” dedi. (Sabah)
Mutluluğumuzun önünde engel olduğunu düşündüğüm yedi maddeyi size yedi günde ileteceğim.
Birincisi: Öğrenmiyoruz.
Oysa insani insan yapan şey öğrenmek, büyümek, gelişmek… Biz 20’lerimizde iş hayatı dışında kişisel gelişimimizi neredeyse tamamen durduruyoruz. Kendimizi buna nasıl layık gördüğümüze inanamıyorum!
Ortalama bir CEO, yılda 52 kitap okuyor. Yani haftada bir kitap. 78 milyar dolarlık bir serveti olan WarrenBuffett, günde 600 ila 1000 sayfa okuduğunu, zamanının %80’ini okumaya ayırdığını söylüyor. Ba-şarılı insanlar mı kitap okur, yoksa okuyanlar mı başarılı oluyor? Bence çok açık ki ikincisi. (pa-nel.kaya.online)
Öğrenmenin Güzelliği.
Sokrates 71 yaşında iken ölümle yargılanıyor. Dava sonunda, baldıran otu ile öldürüleceği kesinleşmiş durumda.
Elinde sazıyla hapishaneye gelen öğrencisine sazı işaret ederek, “Bana şunu çalmayı öğretsene” diyor. Öğrencisi ağlamaklı ve hayli üzgün ses tonuyla “ölmek üzeresiniz hocam, saz çalmanın size ne yararı olacak” deyince Sokrates ona şöyle cevap vermiş:
—-Zevk çalmakta değil, öğrenmektedir.
Sokrates her bir dediğin şaşırtmıştır beni. Biz olsak sazı bile görmek istemeyiz. Aramızdaki farklar işte. Hâlbuki öğrenmek kadar güzel bişey yok. Dilerim ki bu istek hep gündemde kalsın.(Alıntı)
Öğrendiğiniz her yeni şey, hayatınızı essiz bir şekilde değiştirebilme potansiyeline sahiptir. Öğrenmeyi bırakmak hayatta oynayabileceğiniz en büyük kumardır.(Rahmi KOÇ)
“Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (Müslim, Zikr 39.)
Allah buluğ çağına ulaşmadan ölenlerin günahsız olacağından bahsediyor. Buluğ çağından sonraki ha-yattan insanların mesul olacağından bahsediyor. Ceza kanunlarımız da bu bağlamda yaşa bağlı olarak değişiklik arz ediyor. Dolayısıyla doğuştan bilgisiz bir şekilde dünyaya gelenlere Allah öğrenmeyi farz kıldı desek yanlış yapmış olmayız. Zaten ikra ayetinde okumayı emreden Allah, aynı zamanda öğrenmeyi de emretmiş oluyor. Kendisini, yarattıklarını, insanlardan beklentilerini öğrenmelerini istiyor kullardan.
Herkes sürekli öğrenmeye muhtaçtır, hatta mahkûmdur. Bir şelalede coşkun akarsuyun yolunda nasıl coşkun damlaların arkadaşlığı varsa, insanın hayat yolunun kaçınılmazında da bilgi vardır. Bilmek için öğrenmek gerekir.
Hayat bir bilinmezler yumağıdır. Dünya’nın ömrü yanında insanın ömrü futbol sahası içinde gezinen bir sinek misalidir. Dolayısıyla çoğu şeyi öğrenmeden bu dünyadan göçtüğümüz, öğrenmenin sonunun olmadığı bir gerçektir. Yani “öğrenmenin sonu yoktur.”
Olmak bir şeyler bilmektir. Olmak bilmekle mümkün olur. Doğada bilmekten daha güzel bir şey yoktur. Bir kişi kendisini bilmeyle tanır. Bilmek yegâne farktır. Bilmek ile cahillik ters orantılıdır. Bilmek için öğrenmek gerekir. Öğrenmek ve bilmek bir kişinin en büyük ölçütüdür. Bir kişi ne kadar öğrenmeye açıksa o kadar kişilik sahibidir.
Anlaşılması zor bir hayatta, bilmeye karşı çıkmak kendini inkâr demektir. Hayatın kendisi bir bilinmezlik, bir boşluktur. İnsan olarak yapmamız gereken şey bu boşluğu doldurmak, bilinmezlikleri bilinir hale getirmektir. Hayatı en dolu şekilde doldurmak da öğrenme ve anlamayla mümkündür. Öğrenmeyi önemsememek, öğrenmeye karşı olmak yanlışta ve kötülükte ısrardır. Hayatın değişkenliğini anlamak ve bilinmezliğinden kurtulmak için bilmek gerekir. Bilmek için önce merak etmek sonra da anlamaya çalışmak gerekir. Merak, canlıları yeni şeyler öğrenmeye yönlendiren bir histir. Sadece insanlar değil, pek çok başka canlı türü de meraklıdır. Merak eden araştırır, araştıran ise öğrenir. Öğrenen insan huzurlu olur, doğal olarak eğlenir, öğrenmeyen insan eğlenceyi parayla satın almak zorunda kalır!
Günümüzde öğrenmeyi seçen insan çok azdır. Bu insanlar hayatın bilinmezliğini fark eden insanlardır. Fark eden herkes öğrenir. Öğrenmek isteyenler öncelikle bilmediğini fark etmiş insanlardır. Anlama çabası ve öğrenme, beyinde bilgi depolama ameliyesi değil, zihni ve ruhu özgürleştirme çabasıdır. Bir şeyi öğren-menin ilk şartı da bilmediğini bilmektir. İnsan bildiğini sandığı bir şeyi asla öğrenemez.
Bütün öğrenmelerin temelinde bir boşluğu doldurma, bir ihtiyacı giderme, bir bilinmezi bilinir kılma çabası vardır. İnsanlar bilmediklerini bilmiyorlarsa(bilme ihtiyacını fark etmemişlerse) öğrenmeleri/kendilerine bir şeylerin anlatılması mümkün değildir. Bilmeye susamamış bir topluluğu eğitmek de mümkün değildir. Dolayısıyla okullarımızda yapılacak birinci iş, onlardaki öğrenme ihtiyacını aktivite etmek olmalıdır. İnsanlara bilmediklerini pedagojik ölçülerde göstermek onlara en büyük iyiliktir. Dolayısıyla okullarda öğrenme ihtiyacı oluşturmadığımız sürece öğretme bir işkenceden ileri gidemez.
Türk milletinde genel geçer eğlence kavramı gelişmiş batılı ülkelere göre farklılık arz etmektedir. Bizde eğlenmek genellikle boş zamanı değerlendirme, akılcı olmasa da stres atmak olarak değerlendirilir. Oysa gelişmiş ülkelerde eğlenceden anlaşılan genellikle dinlenmektir. Dolayısıyla eğlenme ile dinlenme birbirine karıştırılmaması gereken farklı anlayıştır. Eğlence diye yapılan bir etkinlik sonuçta insanı dinlendirmiyorsa anlık haz veren bir uğraş, maksadı hâsıl olmayan bir etkinlik olur. Tıpkı tatil öncesi yüksek bir beklentiye girenlerin tatil sonrası yaşadıkları aksaklıklardan dolayı dinlenememesi gibi bir durumdur yanlış eğlence anlayışı. Çünkü insanlar tatil beklerken duydukları haz tatili yaşarken duydukları hazdan daha fazladır. O halde eğlence kavramını doğru anlamak zorundayız. Oysa insanlar iş yaparken de eğlenebilir.
Bizdeki eğlence kavramı “dımdıs, laylaylom” şeklinde özetlenebilir. Açacak olursak; eller havaya, dans etmek, göbek atmak, sürekli kahkahalar atmak… Herkesin çok güldüğü, çok hopladığı, zıpladığı şeylerin eğlence olduğu varsayılıyor bizde. İnancımızda sünnet olan düğünlerimiz de bu beklentilere kurban ediliyor, sınırsız bir eğlenceye dönüştürülüyor maalesef. Koskoca bir sektör, koskoca bir hayatın organizasyonunu sürekli senin vaktini faydasız faaliyetlerle doldurmaya çalışan bir anlayış. Bizde eğlence bu.
Eğlence bayağı geniş, çok büyük paraların döndüğü, gayrı meşru ilişkilerin yaşandığı bir sektör. Pavyondan tut, büyük festivallere kadar giden, müzik sektörünü de içine alan, minik barlardaki konserlere kadar uzanan bir sektör. Sana boş vaktini doldurmayı vaat eden bu sektör, bu anlayış, eğlence mantığını bilinç altına yerleştiriyor ve bir ihtiyaç haline getiriyor. Her şey eğlence; yani çok gülmediğin, çok eğlenmediğin hatta ağladığın şey de bir eğlence. İçmek eğlence, evlenme ve boşanmalar eğlence, sosyal medyada gezerken ya da yazarken yaşadığımız duygular da bir eğlence oldu.
Sürekli eğlenmek bir nevi işkencedir. Aslında devamlı eğlenmek mümkün olmayan bir şeydir. Eğer eğlenmek güzel bir şey diye algılanıyorsa, burada devamlı güzel olan şeylerin mümkün olmadığını bilmek gerekiyor. Çünkü devamlı güzel bir şeyin albenisi de olmaz. Mesela harika bir müzik parçasının dinlenme süresi bir saati geçemez. Onu bir gün boyunca dinlediğimizde bir güzel olmaktan çıkar, işkenceye dönüşür. Dolayısıyla güzel bir şeyin, bize ilham veren bir şeyin, duygularımızı okşayan bir şeyin bir bitişi olması gerekir. Sonu olmayan şeylerin işkenceye dönüşmesi kaçınılmazdır.
Bize bir kopuş vaat eden, düş vaat eden, hayal vaat eden şeyleri eğlence olarak görüyoruz. Gerçeğin zorluklarıyla bizi sınamayan, gerçeklerden kaçış olarak görülen etkinlik diye bakılıyor eğlenceye. Kendimizi şımartmanın yolu olarak görüyoruz eğlenceyi.
Eğlenmek anlık tüketimdir. Dolayısıyla tüketim sektörüyle çok örtüşen bir yönü vardır eğlence sektörü-nün. Çabuk tüketmek, anlık haz uyandırmak, kendinden geçme üzerine kurulu bir anlayış. Güzel bir eğlence dünyayı çok fazla geride bırakan bir eğlence demektir. Bu bakış açısı ile bir futbol maçı da eğlenceye dönüştürülüyor, bir tiyatroyu da eğlenceye dönüştürülüyor, bir müzik etkinliğini de eğlenceye dönüştürülüyor. Hatta boş zaman değerlendirmesi olarak görüyor. Oysa müzik dinlemek, tiyatro ve sinema izleme, bir oyun oynama(bilgisayar, futbol…) boş zaman değerlendirmesi değil bir dinlenme aracıdır. Dinlenme bir ihtiyaç iken genel geçer eğlence etkinliği bir yorulma şeklidir. Eğlence bizde hep bir şeyleri savsaklamak, Lafontemsi bakışla ağustos böceği durumunu yaşamaktır. Ancak Ağustos böceği Ağustos ayından sonra hayatta kalmadığını unutuyoruz!
Aslında boş zaman yoktur. Zamanı “çalışma zamanı ve çalışma dışı zaman” olarak sınıflandırırsak yanlış yapmış olmayız. Çalışma dışı zamanı boş zaman şeklinde yanlış bir bakış açısıyla değerlendiriyoruz. Bu zamanı bireyin özgürce kullanabileceği ve hiçbir zorunluluğa maruz kalmadığı zaman dilimi olarak ifade etmek daha doğru olsa gerek. Bu zaman, insanların yemek, uyku, öğrenme gibi yaşamsal faaliyetlerini ve bazı zorunlu ihtiyaçlarını (alışveriş, spor yapmak… gibi) giderdikleri zamandır. Meşru eğlenme, dinlenmek için eğlenmek de bu zamanın içindedir. Ancak insanlar bu zamanlarını aşırı eğlence, sapkın davranışlar, alkol, aşırı gürültülü ortam gibi beden ve ruh sağlığına zararlı etkinliklerde kullanmaları insanlığın değer yargılarıyla örtüşmeyen bir durumdur. Bu kullanım şekli, insanlar ve toplum üzerinde menfi etkiler oluşturmaktadır.
Eğlence kelimesine her ne kadar yanlış anlam yüklenildiyse de çocuğumuzdan büyüğümüze kadar he-pimiz eğlenebiliriz. Bu bir ihtiyaçtır. Eğlenme zamanımız olabilir ancak bu eğlenmemiz bir gaye veya yaşamın kendisi hâline geldiği zaman zarar vermeye başlar, meşru olmaz. Eğlenme bir tür mola gibi olmalıdır ve içinde öğrenmeyi de barındırmalı. Sonuçta onu da kazanca dönüştürmeli, ilişkilerin gelişmesine vesile kılmalı, bir şeyler öğrenmenin vesilesi yapmalı. İçinde spor olmayan, aşırı tüketim içeren, zamanı hoyratça harcayan bir eğlence anlayışı doğru değildir. Her akşam eğlence için TV başına geçmek ve ruh sağlığımızı bozan diziler izlemek bir eğlence değildir. Sosyal getirisi büyük, ekonomik getirisi düşük olan sportif, sosyal ve kültürel etkinlikler eğlencenin temelini oluşturmalı.
İsmet YALÇINKAYA
07/11/2019