ÖĞRETİMDİR Kİ…
Rize’nin Çayeli ilçesinin Erenler vadisinde Sefalı köyüne yolculuk yaptım. Sağ tarafımızda Âşıklar vadisi, sol tarafımıza Erenler vadisi mevcuttu. Her iki dere boyu yeşilliğin yüzlerce tonunu görmek, dik yamaçlarda daracık asfalt yoldan gitmenin nasıl bir heyecan verdiğini yaşamayan, görmeyen bilemez. O yeşillikler arasında ince daralan asfalt yolda, yılan misali kıvrıla, kıvrıla kaplumbağa hızıyla gitmekle yol bitmiyordu. Mehmet Kemal Arıcı’nın misafiri olarak evinde sabah kahvaltısını birlikte yapacağız. Ne yazık ki birkaç kişiye sorduktan sonra bulma şansını yakaladık. Mehmet Kemal bizi kapıda karşıladı. Yeşilliklerin içerisinde Dört katlı villanın tamamını taş süsleme sanatını kullanarak inşa etmiş. İki kanatlı demir süslü kapıdan içeri girdiğimizde büyük bir salonda Üç masa sıralanmış, kahvaltı hazırdı. Masada onlarca tabakta yiyecekler, sanki bir orduya yetecek kadardı. Belki de atasından dedesinden gözü tok aileden gelen bir neslin evladın geleneğiydi.
Tahta yapım kale içi taşlara benzer, kalın kalastan yapılmış kenarları düzeltilmemiş, üstü düz cilalı masanın bir kenarına eşimle birlikte oturduk. Masanın hemen arkasında taştan yapılmış insan boyundan büyük ocaklık duruyordu. Kemal; (- Süleyman hocam, biz çocukluğumuzda bu ocağın çevresine oturur yemeğimizi yer sofrasında birlikte yerdik. Ateşinde annem yemeğimiz pişer, bizlerde ısınırdık. Eski evi söküp yenisini yaparken, taşlara numara verdik. Eski ocağımızı bire bir buraya yerleştirdik.) Kahvaltıyı söyleşi, sohbet içinde yaparken kahvaltı yapıp yapmadığımı anlamadık bile. Zamanın nasıl geçtiğini unutmuştuk. Kemal bey; ”hadi sizi evi gezdireyim” dedi. Aklımdan evin gezilecek neyi olabilir ki? Diye düşündüm. Salonda bulunan asansör dördüncü kata kadar çıkıyordu. Birinci kata çıktığımızda aşağıda ki salonun büyüklüğü bir alan sanki müzeyi andırıyordu. Duvarları değerli tabloları süslerken, bir köşede ailesinin geçmiş resimleri salona ruh veriyordu. Eski film afişlerini çerçeveletip bir kenarda durmaktadır. Eski radyolar, plaklar, gramofonlar kullanılacak gibi bir kenarda durmaktaydı. Kemal bey bir gramofona taş plak koyarak çalmaya başladı. Salonun içi iki kat daha değer kazandı bu değerli eserlerin içinde. Bir başka duvarda asılı çeşit, çeşit kamalar kınlarının içine saklanmış yüz yılın uykusuna yatmışlardı. Bir başka dolapta porselen demlikler, tabakların kenar süslerine insan bakmaya kıyamıyordu. Bir başka köşede bakır ibrikler, tepsiler, taslar görevlerini yapmış dinlenmeye geçmişler gibi seyredene göz kırpıyordu. Başka bir rafta daktilo, fotoğraf makinesi, dürbün, el radyosu yorgunlukları her halinden seziliyordu. Eski bir duvar saati geçmiş zamanda donmuş haliyle, güzel bir görüntüsüyle beklemektedir. Belki üzerinden hangi zaman gelip geçti bilinmez ki? Daha seyretmeye doyamadan asansörle ikinci kata uğramadan üçüncü kata çıktık. Belli ki ikinci kat yatak odasıydı. Üçüncü katta kütüphanesi, çalışma, okuma yeri, bir köşede mutfağı, arka taraf köşede bir yatak odası banyo ve tuvaleti yer almaktaydı.
Mehmet Kemal Arıcı; (- Dedemin adı Kemal. Dedemin babasının adı da Mehmet’ti. Babamın adı da Selahattin. Benim adımı da dedemin ve babasının adını koymuşlar. Bu yüzden babam beni evlatlarının içinde ayrı bir sevgisi vardır. Dedemin babasının babası Rusya’nın Kırım, Bahçesaray’da yaşamış, mezarı da oradadır. Dedemin babası Mehmet Kırımda ölünce dedem Kemal Beş yaşında öksüz kalır. Dedemin babası Mehmet’le, kardeşi Osman bundan İki Yüz Elli, Üç Yüz yıl önceleri Ukrayna’ya çalışmaya giderler. Osman’ın kızı Şadiye’ye ( Nadire) derlerdi. Osman Tatar bir bayanla evlenir. Adı Gülsümdür. Gülsüm hala Rize Çayeli(Arsofos) Safalıya gelince buralar ormanlık, meralıkmış. Bizim asıl geliş yerimiz Sivas-Tokat arasında ki Dumanlı dağlarında bulunan “Hubyar” köyünden gelmeyiz. Eskiden Anadolu’da Yavuz Sultan Selim’in baskısı döneminde bu yöreye, Doğu Karadeniz bölgesine gelip yerleşmişler. Bizim gibi binlerce aile gelip ormanlık ve yeşillik içine yerleşip saklanmışlar. Dedem Kemal Beş yaşında öksüz kalınca gelir Safalı köyüne yerleşir. Zaten dedemin babası Mehmet’te buradan Kırıma gitmişti.)
Söyleşimize kısa bir ara verdik. Evin arızalı elektriğini yapan ustanın gelişi sohbetin tatlı yerinde bir avuç tuz ekmiş gibi oldu. Mehmet Kemal Arıcı usta ile işi bitirince sohbete kaldığımız yerden devam ettik.
Mehmet Kemal Arıcı; “- Dedem Kemal Arıcı Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsü mezunudur. Bu bölgede Erenler deresinde dedem ilk okuyanlardandır. Bu bölgenin ilk öğretmenidir. Dedem mezun olduktan sonra ilk önce caminin bir odasında Latince okuma yazmayı köyün çocuklarına okutmuştur. Köyümüze ilk meyve ağaçlandırmasını yapan kişidir. O zamanlar ormanda gelişi güzel ağaçlar özgürce bitmişti. Acık bir alana da köy kurulmuştu. Dedemde, babamda iyi derecede ağaç budamasını ve aşılamasını bilirdi. Dedemin evinde geceleri köylüler toplanırlardı. Dedem geç saatlere kadar Cumhuriyetin özelliklerinden, faziletinden ve Atatürk devrimlerinden bahsederdi. Ülkenin nasıl kalkınacağından bahsederdi. Dedem Kemal Arıcının Üç oğlu, Üç kızı vardır. (Saide, Mahiye, Aliye, Selahattin, Samittin, Sabahattin.) Ben Selahattin’in Dördüncü çocuğuyum. Babam Selahattin İlkokulu beşik düzünde okudu. Ortaokulu Hasan oğlan Köy Enstitüsü Okulu mezunudur. Okulu sağlık memuru sıhhiye olarak okumuş. Babamda dedemin yolunda okumaya, aydınlanmaya, bilime giden yolu hiç bırakmamıştır. Sülalece okumaya meraklıyızdır. Babamın Yedi çocuğu var. (Fikret, Osman, Aynur, Mehmet Kemal, Yunus, Baha, Nuray) Biz hepimiz üniversite mezunlarıyız? Deden ve babam okuma konusunda kılavuzluk yaparak, bu yörede okuma yazma bilmeyen insan kalmamıştır. En yüksek seviyede okuyan, mevki makam sahibi olan insanlar bu bölgedendir. Bilime, ilime inanan bir soyun evlatları olarak okuyamasaydık nankörlük yapmış olurduk. İyi ki dedem ve babam köy enstitüsü mezunu olmuşlar. Bu köyden Doktor, hâkim, avukat, mühendis, mimar, öğretmen, bilim adamı araştırmacı, hemşire çıkararak ülkesine milletine hizmet etmişler ve ediyorlar. “
Anlatılanları elimdeki kalemle kâğıda aktarırken, bir yandan da aklımın bir köşesine not alıyordum. Kısada olsa Köy Enstitüsünün nasıl bir ruhla yoksul çocukları okutup, vatana hizmet ettiğinin izlerini görmek bana mutluluk veriyordu. Umarım cağımıza uyarlanıp buna benzer okullar açılır. Nerede bir köy enstitüsü mezunu görsem duysam, orama mutlaka bir düzen, tertip, aydınlanma ve başarıya imza atmış insanları görüyorum.
“-Babam, evlatları arasında bana karşı bir hassasiyeti vardı. Dedesinin ve babasını adını taşıdığımdan, bana karşı sevgisi yüksekti. Ben dört yaşındayken babam beni de yanı sıra okula götürürdü. Bende okulda gördüklerimi evdeki tahtada yazar okurdum. Okula gittiğimde okumayı yazmayı iyi derecede biliyordum. On Beş yaşında liseyi, On Dokuz yaşında Gazi Üniversitesi Matematik bölümünü bitirdim. Buralarda lise olmadığından Artvin Kazım Karabekir Lisesini 1960 yılında bitirmiştim. “
Söyleşi akıcı tadından, doğanın renk cümbüşünden ayrılmak istememekte, bu güzel coğrafyanın insanına veda ederek ayrıldık. Mehmet Kemal Arıcı ve ailesini tanıdım. Okuyan insanı bir kez daha sevmenin mutluluğu ve huzurunu yaşadım. Okuyan insan meyveli ağaç gibi tüm canlıları doyuruyor. Kısada olsa kahvaltı tadında gördüklerimi, işittiklerimi, yaşadıklarımı sizlerle paylaşma mutluluğunu yaşadım. Yaşamınız sevgiyle dolu olsun.
Süleyman Erkan 09-08-2019 Rize, Çayeli, Erenler vadisi Sefalı köyü. (Saat 11,00-12,00 arası)
Tokattan zaman için de gidenleri araştırıp bulup tanışmak ve kaynaşma içine girsek birlik ve beraberliğimiz daha çok artacaktır.