ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜN 80. YILINDA MUSTAFA KEMAL’E ÖZLEM
ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜN 80. YILINDA MUSTAFA KEMAL’E ÖZLEM
Geçen yılın 10 Kasım’ında Ankara’daydım. Saatler 09.05’i gösteriyordu. Siren sesleriyle ulu öndere saygı, sevgi ve özlemlerini gönderiyordu Ankara… Tüm Türkiye’de de saatler durmuştu belli ki…
İnsanlar oldukları yerlerde başları öne eğik, suskun ama dimdik ayaktaydılar. Yürekler beklide biraz burukçaydı. Vicdan muhasebesi yapmaktaydılar suskun ve derinden. Zira onun ülkülerine, ilkelerine, eserlerine yeteri kadar sahip çıkabilmiş miydik? Bir ömür verdiği bilimsel, çağdaş düşünceyi oturtabilmiş miydik zihinlere? Bu duruşlar bir sorgulama olamaz mıydı? Elbette geçerlilik payı yüksekti.
Anıtkabir’de de son yılların görülmemiş kalabalığı sergileniyordu o gün. Yollar, sokaklar, kavşaklar, caddeler birbirine kenetlenmiş insanlarla doluydu. Adım atmak mümkün değildi. Araba konvoyları geçitleri kapamış, insanlar yürüyerek ellerinde bayraklar, dillerinde marşlar, göğüslerinde Mustafa Kemal resimleriyle Anıttepe’ye akıyorlardı sellercesine. Sanki mahşere yürüyorlardı bu insanlar akın akın…
Japonlar, Hintliler, Koreliler, Çinliler… Hatta ‘Geldikleri gibi giderler.’ Dediği İngilizler… Kafileler halinde bekliyorlardı. Tek amaçları vardı hepsinin de… Mozoleye ulaşıp, ona dokunmak, önünde saygı ile eğilmek…
Anıtkabir’in çevresindeki ana yola açılan sokakları okullar, öğrenciler doldurmuşlar çıkış sırası bekliyorlardı. Torunumla beraber bir sokağın girişine geçip beklemeye koyulduk. Bir ara sokağın tabelası gözüme ilişti; Ordular Sokak… Ne kadar güzel bir sokak ismi diye biraz sesli düşünmüş olmalıyım ki yanımdaki bir hanım ‘buralı değilsiniz herhalde’ dedi. Tokatlı olduğumu, emekli bir eğitimci olduğumu ve torunumun isteği ile bu sene 10 Kasım’ı Anıtkabir’de yaşamak için geldiğimizi anlattım. Ve bize şunları anlattı;
“Bu sokaklar Anıtkabir’e özel adlandırılmışlardır. Beş sokak da birbirine paralel açılan yollardır. Burası Ordular Sokak, az ilerde İlk Sokak, yanında Hedef Sokak, Akdeniz Sokak ve İleri Sokak var. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri… Bu sokaklar Anıtkabir’i kollayan, kucaklayan sokaklardır.’ dedi.
Çok duygulandım ve gururlandım. Bayana yeni bir bilgi öğrendiğim için çok teşekkür ettim. Sevdiklerimle paylaşacağım en taze bilgiydi bu.
Biz bu güzellikleri paylaşırken yanı başımızda beklemekte olan biri beş yaşlarında biri bebek arabasında iki çocukla bizi izleyen bir annenin; ‘Ne kadar büyük insanmış’ sözlerine dikkat kesildik.
Çıkık elmacık kemikleriyle, çekik gözleriyle, siyah gür saçlarını hafifçe örten şalının omuzlarını süslediği ve gamzelerinin mahsun gülümseyişine daha da anlam kattığı bir anneydi o. Yanına yaklaştım ‘Buralı mısın, memleket nere?’ diye sordum. Tekrar sevecen bir gülümseyişle ‘Buralı sayılırız’ dedi. Ve anlattı;
‘Biz seksenli yıllarda Afganistan’dan geldik. Ben on yaşındaydım eşim on dört yaşındaydı geldiğimizde. Beraber büyüdük evlendik. İki tane de bebemiz oldu. Bir otelin mutfağında çalışıyoruz. Artık biz de buralı olduk.’ Dedi. Türkçeyi de güzel toparlıyordu.
Yanımdaki bayan söze katılarak;
‘Neden o vakitler ülkenizi, topraklarınızı savunmadınız? İşgalcilere teslim ederek buralara geldiniz? Öz vatanınızdı sizin mücadele edecektiniz.’ Dedi.
Derin bir iç geçirdi nefeslendi. Gözlerini Anıtkabir’e kenetledi. Acı bir gülümseme belirdi dudaklarında.
‘Kardeşlerim, akrabalarım, hatta küçük bebelerimiz dağlarımızda öldüler, öldürüldüler hep. Ne yapacaktık ki? Bizim bir MUSTAFA KEMAL’imiz yoktu. O çekik gözlerinden akan iki damla yaş, benim yüreğime, köze düşen bir su damlasının cızlaması gibi düştü. Ve ekledi; ‘İşte bu yüzden çocuklarımla Mustafa Kemal’e geldik.’ Bazen susmak en güzel cevaptır ya! Sustuk..! Sustuk..! Çünkü sözün bittiği yerdeydik.
Seni öpebilir miyim be evlat dedim. Hem onu hem de yavrularını kucaklayıp öptüm. Ve aldığım pamuk şekerlerin mutluluğunu yaşayan çocukların gözlerinde, o güzel annenin de yanık ve özlem dolu yüreğinde Mustafa Kemal sevgisini görememek kör olmaktan öte bir şey olamazdı.
İşte ölümsüzlüğün en güzel tarifi bu değil de nedir?
Esen Kalın…