Hafta sonu benim iş, İbrahim’in de dersi yoktu.
Bir hafta sonra İbrahim ile Yeşilırmak kenarında bulunan Şehitler Parkında çayevinde buluşacak ve sonra oradan da Muhsin Yazıcıoğlu parkına yürüyecek ve özgüvenli insan olmak yolunda “İyi gözlemci olmak” konusunu tartışacaktık.Bu bana göre tartışmadan çok benim bilgimi İbrahim’e aktarmam, O’nun da anlamadığı konuları bana sorması ve cevaplamam ilke konu tamamlanıyordu. Buna da sohbet , bilgi paylaşımı, okul gibi isimler verebilirdik.
Şehitler parkı evime yakındı. Ben evde sıkıntılı olduğum stresli olduğum zaman bu parka çıkar, Halk arasında Demirköprü denilen resmi adı Atatürk Köprüsü ile taş köprü dediğimiz 1238 yılında Selçuklular tarafından yapılmış olan Hıdırlık Köprüsü arasında bir tur atar çevreyi gözlemler temiz nehir havasını ciğerlerime çekerek orada parkta oturan gençleri gözlemler, çay evinde bir çay içer, sonrada orada tanıdık birine rastlarsam gelişim konusunda sohbet ederdim. Çoğu zaman anlattıklarıma öğretmenler ve öğrenciler dudak bükerek bakar, gelişim konusunda anlattıklarımı sanki uzayda bilmedikleri bir konuyu anlatıyormuşum gibi hayretle bakarlardı.
Ben gene de dilim döndüğü kadar gelişim konusunu anlatmaya devam ediyordum.
O gün İbrahim ile buluşacağımız saatten erkence çıkarak yavaş yavaş Demirköprü tarafından çıkarak çevremiz gözlemleyerek Şehitler Anıtı yanında bulunan çay evine doğru çevreme bakarak yavaş adımlar ile ilerliyordum. Kızlar erkek arkadaşları işle banklara oturmuş şen şakrak zamanı geçirmekle meşguldüler. Anne ve babalarda çocuklarımız Üniversitede okuyor diye kendilerini teselli ediyorlardı besbelli memleketlerinde. Gelişmek, okumak ilerlemekten ziyade günü kurtarmak, zamanı geçirmek derdindeydiler.Ben bunlara anlayışla hoşgörü ile bakarak bir şey demeden ilerliyordum. Bir şey demeye hakkımda olamazdı. Zaten sorsak “ Biz özgürüz” derlerdi.
Bu düşünceler içinde İbrahim’e vereceğim kitap ve mektubum çıktısını alarak çayevinde iki kişilik boş yer bularak oturdum. Oturmamla beraber hemen İbrahim gelerek karşıma oturdu.
Şaşırdığımı görünce:
“Abi gereken dersi aldım. Geçen buluşmamızda siz sitem edince sizinle buluşacağım saatte kimseyle görüşmemeye sadece size gelmeye dikkat ediyorum” dedi
Ben espri olsun diye :
“Cumhurbaşkanı çağırsa benimle aynı saatte gider misin? “dedim.
İbrahim’in cevabı zekice olmuştu:
“Abi, o konuda sizden izin alırım giderim. O’nunla konuştuktan sonra da sizinle konuşmaya gelirim” dedi.
Gülüştük.
“İbrahim, demek buradan konuşmalarımız sana fayda sağlıyor ki konuşmalarımı önemseyerek geliyorsun. Verdiğim kitaplar sana fayda sağlıyor, mektupları okuyunca kendine özgüven geliyor ki geliyorsun, benimle konuştuğu zaman morali bozulan da oluyor hem de çok. Hatta sınav stersine girerek sınav zamanı seninle konuşunca stersim arttı diyen de. Tabii ki herkes kendi açısından haklı. Herkesin kendi düşüncesi. Bize düşen bizden rahatsız olandan uzaklaşmak, bizi severek gelenden kucak açmak. Bu konuda Kur’an –I Kerim’de hikayelerde vardır bilirsin.”
“Tabii ki anlatmanıza gerek yok abi. Ben okudum bu konuları mealden”
“Aferin sana. Okuyan, okuduklarından faydalananlara ne mutlu.”
Çay bahçesinde çevremizde Üniversiteli gençlerin kimi tavla oynuyor, kimi arkadaşları ile şakalaşıyor, kimisi de yüksek sesle sohbet ediyordu. Biz ise kimseyi umursamadan bir köşede gelişim ve özgüven sohbeti yapıyorduk.
Çay bahçesinin kalabalık olmasından dolayı garsonlar bizi fark etmiyordu. Fark edene kadar sesimizi çıkarmamaya karar verdik. Sohbete devam etmeye .
“İbrahim geçen hafta seni bizim Bakkal Osman ile tanıştırmıştım. Bakkal Osman’da gelişim konusunda sohbet ettiniz. Ne izlenimler edindin özetler misin. Ben bu konuyu dedikodu yapmak maksadı ile değil, iletişimde olduğum bir insanı ne kadar etkilemişim bakayım da eksiklerimizi tamamlayarak ona göre davranalım diye soruyorum. Sen Bakkal Osman’ın gelişimini ve bizim olumsuz gördüğün tutumları da anlata bende O’na göre davranayım” dedim.
İbrahim bunun üzerine anlattı:
“Abi Bakkal Osman gibi bir insanla beni tanıştırdığından dolayı size teşekkür ederim. Bu ile okumaya geldiğim şu birkaç ay içerisinde özgüvenimin gelişiminde bana etki eden bir kişi siz iseniz , ikincisi Alpaslan Hoca ise üçüncüsü de Bakkal Osman oldu. Bir bakkalın kitap okuyarak, gelişim dergisi okuyarak , kişisel Gelişim yazarları ile sohbet ederek bu kadar gelişeceği aklıma gelmezdi. Bakkal Osman sizden ne kadar etkilendiğini ve faydalandığını anlatınca gerçekten de sizden faydalanamayanların ne kadar şey kaybettiklerinin farkına varamamalarının üzüntüsünü yaşadım” dedi.
“İbrahim, sen benim eski halime benziyorsun. Bende eskiden gençlerin bizlerden faydalanamaması karşısında üzülürdüm ama son zamanlarda artık bunları takmamaya , artık bize bakan insanlara yönelmeye karar verdim .Bu da beni ne üzüyor , ne de sterse sokuyor.Daha çok okumaya ve yazmaya zaman kalıyor. Bunu bizden faydalanamayan düşünsün.Artık her şeyi takmam , dert etmemden Bakkal Osman ve ailem dahil sıkılıyorlardı. Ben de artık kendini düşünmeyen insanları düşünmemeye karar verdim.”
“Çok güzel abi. Zaten, her şeyi dert etmenden yakınıyor çevreniz. Bunu terk ederseniz herkes sizden çok faydalanıyor” dedi.
Hatayı kabul ederek terk etmek ve değer veren insana daha çok değer vermek bizim daha çok önem vermemiz gereken konu olduğunun farkına varınca ve bunu düzeltmeye karar verince kendimi biraz daha mutlu hissettim.
Garson bizi nihayet fark ederek yanımıza geldi. Biz iki çay söyledik.
“İbrahim konumuz iyi gözlemci olmak. Ben buraya seni “ iyi bir gözlemci olmanın özgüvenli insan olmakta önemi” konusuna vurgu yapmak için davet ettim. Burada gençler sevmedikleri ya da kıskandıkları insanı uzaktan gördükleri zaman hemen “ görmeyelim” veya “ondan tarafa bakma” diyerek sözde onu ciddiye almadıklarını göstermek isterler. Halbuki bu tutum O insana olan hayranlıklarını gösterir.”
“Anlamadım abi, nasıl hayranlık”
“İbrahim çok zaman farkına varamayız ama en çok önemsemediğimiz söylediğimiz insanı önemseriz”
İbrahim bunu anlamadığı belli eden bakışla bana baktı . “Gene anlamadım nasıl yani “der gibi.
Konuyu nasıl anlatacağımı biraz düşündüm. Açık seçik anlatmalıydım ki anlasın. Bu arada çaylar geldi. Birer yudum aldık.
“İbrahim ,kızdığımız insanlara arkalarından atar tutarız ama o insan bunun farkına varmaz. Biz O’nu küçümsediğimizi zannettiğimiz zaman aslında O’nu fark etmeden yüceltiriz. Bunu kızgınlıkla biz fark etmeyiz ama bazen 17 yaşında gençler fark ederek bizi uyarabilir ki, bunu hayatta yaşadım. Bu durumda en iyisi kızdığımız insanlar hakkında konuşmamak ve bizi sevdiğine inandığımız insanlara yönelmek.”
İbrahim anlattığım konular üzerine gerçekten de 20 yaşında bir insan gibi değil de 40 yaşında bir insanın olgunluğu ile düşünüyordu. Bu da olaylara daha mantıklı yaklaşmasını ve daha da çabuk öğrenmesini ve olaylara mantıklı tepkiler vermesini sağlıyordu.
“İbrahim iyi gözlemci olmak, insanın özgüvenini arttırıyor. Tüm samimiyetimize rağmen sevgi ile yaklaştığımız insan bize olumsuz tepki veriyorsa bizlerde buna saygı göstererek hakaret etmiş bile olsa O’nun seçimi diyerek bir kenara çekilmeliyiz. Bundan zarar görecekse o zarar görecek ve bunun sorumluluğunu o alacak. O’nun adına biz üzülürsek sadece biz üzüleceğiz. O ders almazsa biz neye üzülelim. Başkalarının sorumluluklarını biz üzerimize almaya başlarsak çevremiz her zaman başkalarını sorumluluklarını bize yüklemeye çalışırlar”
“Abi, Nasıl yani”
“Mesela senin kardeşin evlenir, adam gücü olduğu halde çalışmaz. Çevre hemen başlar sen bak O’na yardım et. Tembel adama yardım etmeye başlarsan artık sana alışırsa yakanı kurtaramazsın.”
“Hımm” hayretle bunu söylemişti İbrahim.
“Bizlerde gözlemlerinde zayıf olan neresi doğru , neresi eğri bilmeyen insanlardan uzaklaşarak değerimize değer katan insanlara bakmalıyız”
“Değerimiz değer katan insan nasıl olur abi?
“Bak İbrahim diyelim ki burada bir arkadaşın daha var yanımızda.O’na da sana anlattıklarımı anlatıyorum.Sen dikkatle dinlediğin halde o dinlemiyor ve sık sık da ‘ sen yanlış düşünüyorsun’ diyor. Sonra da sana çok değer verdiğini söylüyor. O’na da kitap veriyorum ama okumayacağı kitabı alırken ilgi göstermemesinden belli. Acaba şimdi o bana değer veren insan mı ? “
“Sana değer vermiyor ki abi.”
“Sen değer veriyorsun yani”
“Abi ben değer vermemiş olsam buraya gelip senden faydalanır mıyım? Burada bana hediye ettiğin kitabı hemen eve gidince okur muyum? . Hemen eve gidince merakla ve bir haftada okuyarak kendime çok şey katıyorum.”
“Yani İbrahim hem kendi değerine değer katıyorsun , hem de benim değerime değer katıyorsun değil mi?”
“Şimdi anladım abi. Çok sağ ol”
“İşte İbrahim değerimizi anlamayan insanlardan da bu yüzden uzak kalmamız gerektiğini anladın.”
“Abi, bunları ilerde öğretmen olursam gerçekten de hayatıma uygulayacağım. Bu anlattıklarını gerçekten de evde düşünerek not alıyorum. Bu notları da daha genişleterek çevreme vereceğim”
“Orası senin bileceğin iş İbrahim Kardeşim”
Çaylarımız unutmuştuk tatlı sohbette. Çaylarımızı tazelemesini istedik gelen garsona.
“İbrahim demem şu ki, özgüven sahibi olmak için kitaplar okuyup, başarı hikayelerini de okuduktan sonra sıra yazılı olmayan hayatımızda yaşayarak göreceğimiz görsel, canlı kaynaklara geliyor sıra.. Bu da iyi gözlem yapmaktan geçer. İnsanlarla boş sohbetler yapmaktansa gözlem yapmak insana daha verimli geliyor.Ben işime her gün yürüyerek giderek, güzel uzun yaz akşamlarında yürüyüşler yaparak parklarda insanların davranışlarına bakarak hem kendi özgüvenimi kazanırım hem de yazılarıma kaynak temin etmiş olurum bu gözlemlerle.”
Gelen çayları içerek kalktık.
Çay bahçesi yanında şehitler anıtına yöneldik. Meydanda uzun bir sütunun, muhtemelen 5 metre vardı. insanın iki avucunu açmış izlenimi verilen kaidesine büyük bir küre yerleştirilerek direklere de şehitlerin isimlerini yazan pirinçten plakalar asılmıştı. Şehitlerin adı soyadı, nerede hangi tarihte şehit oldukları yazılıydı. Biraz ilerde Alpaslan Türkeş anıtı çeşmesi ve küçük bir açık hava amfisi vardı. Burada Ramazan da tasavvuf musikisi konserleri verirlerdi. Ramazan dışında kermes yapılırdı.
Biraz parkta dolandıktan sonra Yeşilırmak kenarından Demirköprü’ ye doğru yürümeye başladık.
İki kişi abi kardeş izlenimi veriyorduk yan yana. Irmağa bakan banklarda kızlar ve erkekler arkadaşları ile oturmuş sohbet ediyorlardı. Biraz içerde kamelyalarda gruplar oturmuş semaverde çay içiyorlardı. Biraz ilerdeki kamelyada üniversiteliler kızlı erkekli gruplar halinde arkadaşlarının yaş gününü kutlamak için kamelyayı balonlarla süslemişler “iyi ki doğdun Seda” diye bir yazı asmışlardı.Yoldan gelen geçene aldırmadan kamelyada şen şakrak şarkılar söyleyerek eğleniyorlardı. İbrahim ile göz göze gelerek gülüştük.
İbrahim’e muzipçe bakarak:
“Gel şunların yanına oturarak “özgüvenli insan olmak” sohbetimize onları da katarak devam edelim mi ? “ dedim.
İbrahim yaptığım espriyi anlayarak :
“Sopa yemeyi göze alırsanız oturalım abi” dedi.
Ben gülmeyi bırakıp ciddileşerek:
“Muhtemelen bu gençlere sorsak özgüven sahibi olduklarını, o yüzden arkadaşlarının yaş gününü kutladıklarını söyleyecekler ve özgüven konusunda konuşmaya gerek olmadığını özgüvenin öğrenilecek bir şey olmadığını ve doğuştan gelen bir kazanım olduğunu iddia edecekler. “
“Nereden biliyorsunuz abi?”
“Yaşadıklarım, okuduklarım ve gözlemlediklerim bana bunu gösteriyor İbrahim. Bu parkta gördüğümüz bazı gençler ile gerek kütüphaneden gerekse hayattan oradan buradan, arkadaşlarının anlatımları ile tanışmaktayım. Bu gençler ilk kez beni gördükleri zaman heyecana kapılarak gelişmek istediklerini söyler, bazıları yanımıza geleceğini söyleyerek gelmez, bazıları dedikodumuzu eder, bazıları da senin severek okuduğun , faydalandığını söylediğin dergi ve kitapları “özgüven kırıcı” olarak algılar?”
“Aaa nasıl olur abi, onlar bana çok şey kattı?”
“İbrahim, gençler zannediyor ki , ilhamı veren motivasyonu veren dergiler ve kitaplar. Dergiler ve kitaplar bize sadece bilgi veriyor. Öğrenme isteği ise insanın içindedir. Öğrenme isteği senin gibi sürekli olmayan muhtemelen “ ben öğrenmek istemiyorum” demez de “ bu kitaplar öğrenmeme engel oluyor” diyerek kitaplar dergileri suçlamaya bakar. Halbuki sen sürekli öğrenmek, bilgilerini yeterli görmek istemediğinden dolayı da yanımıza geliyor, saygı duyuyor ve öğreniyorsun. Bu isteğin bittiği zaman sende gelmek istemez ve suçu ya bana ya da derilere ve kitaplara atmaya bakarsın”
“Şimdi anladım abi, sizi anlattığım arkadaşlarımın hem sizinle tanışmak istemesi ve hem de gelmek istememeleri tamamen öğrenmek istememelerinden ya da dilleri ile söyleyip gönüllerde inanmamalarından kaynaklanıyor. Bu durumda ben bir şey söylenmeye hakkımı bulamıyorum . İsteyen ve bunu kalbinin taa derinliklerine yerleştiren senin gibi kardeşlerimiz de öğrendikçe öğrenesi geliyor işte.. ”
Yeşilırmak kenarında yürüyüş yolunda hem yürüyor, hem çevreyi gözlemliyor hem de “ özgüvenli olmak yolunda iyi gözlemci olmak” konusunu konuşuyorduk.
“İbrahim, gözlem yapmak bana büyük zevk veriyor. İnsanların özellikle gençlerin benimle olumsuz iletişim ve davranışları bile bana ders veriyor. Önceleri üzülüyordum ama gençlerin bu olumsuz iletişimlerine onlar adına. Uzun gözlemlerden sonra şu sonuca vardım.”
Bu cümleden sonra biraz susarak hem İbrahim’in konu hakkında düşünmesine hem de merak etmesini istiyordum. Biraz suskun kaldıktan sonra :
“Baktım ben üzülünce gençler ders almıyorlar. Onlar kendileri hakkında üzülmüyorlarsa ben neye üzüleyim. Bunu önce bencillik sanırdım ama değilmiş. Şimdi beni ciddiye almayanı bende görmemezlikten geliyor gerçek dost olan kitap, gazete ve dergilere gömülüyorum. Ne ben üzülüyorum ne de artık gençer(!)”
İbrahim bana dik dik baktı şakacıktan.
“Güzel ders çıkarmışsın abi, sen konuşunca bende bu konudan dersler çıkardım.Neye üzülelim ki. Siz demiştiniz ya “ Önce can sonra canan” “
“Aferin Sana Koca İbrahim bebek”
İbrahim şakalarımdan asla alınmıyor. O’nunla dalga geçtiğimi falan düşünmüyordu. Başkası olsa hemen “ O adam bizle dalga geçiyor “ der daha yanıma gelmezlerdi. İbrahim’in bu huyu gerçekten hoşuma gidiyordu.
Bu konularda konuşa konuşa Demir köprü ilerisinde Yunus Emre çay bahçesine gelmiştik. Irmağın hemen yanında bulunan iki kişilik bir masaya oturduk. ÇAY SÖYLEDİK.
“İbrahim hayat şu Yeşilırmak gibi akıp gidiyor. Mesela sen yeniden liseli olsan ne yapardın?”
İbrahim’in içinden bir ahh çektiğini hissettim. Derin bir nefes aldı.
“Herhalde daha çok okurdum. Boş arkadaşlardan uzak dururdum. Üniversite giriş sınavında daha ciddiye alır ve lisede sizin gibi bize yol gösteren hocalardan kaçmaz ve onlarla daha çok zaman ayırırdım….”
Fazla anlatmaya gerek yok İbrahim. Seni anlıyor sana empati yapıyorum. Bizim bakkal Osman ile sohbetlerimizde de aynı konu geçer. Hep arkadaşlıklardan yanlış dostluklardan şikayet eder insanımız ama biraz önce eğlenen, boş muhabbet edenlere ‘bunlar boş arkadaşınız” desek onları kıskandığımız zannederler. İbrahim bizi en çok güzel işlerden alıkoyanlar bizi en çok sevdiğini söyleyerek zamanı böyle yaş günlerinde kış günlerinde yaz günlerinde oyalayan insanlardır Bizi en çok seven de faydalı insanlarla tanıştıran, okumaya teşvik eden , özgüven aşılayan insanlardır. Bizim bilincimizi açan insanlar. Ama ne yazık ki gençler en çok okumayı, özgüveni , bilincin açılmasına yardım eden insanlardan kaçarlar..”
Sustum. İbrahim’e biraz da ahh çekerek , derin nefes alarak baktım.
“Ben zararlı bir insan mıyım? Sana verdiğim dergi ve önerdiğim kitaplar, yazdığım kitaplar zararlı mı ? “
İbrahim hayretle bana bakarak şaşırmış insan haliyle bana bakarak:
“O da nereden çıktı abi. Şu şehirde tanıdığım en faydalı kitapları, en faydalı dergileri, en faydalı bilgi ve en içten sevgileri inanın siz verdiniz bana . Siyaset konuşmayan, hayatı öğreten güzelliklere tanışmamı, hayatın bilincinde ve farkında olmamı sağlayan insansınız “
“ O halde gençler bize değil de neden boş konuşan insanlarla muhabbet eder ?”
“Hayatı gözlemleyememek iyi ve kötüyü ayırt edememenin gafleti abi.
“Ben bir şey diyemiyorum artık . Sözün bittiği yerdeyim. Beni ciddiye alkan dinleyen sen varsın bende sana anlatıyorum.”
“Allah razı olsun abi . Çok güzel iş yapıyorsunuz. Siz sabırla tek bana yapsanız da bu konuşmayı gene de konuşun abi. Sizi anlayan çıkacak bir gün mutlaka. Ben öğrencilerime anlatacağım .”
Güldüm. Acı acı güldüğümü İbrahim’de hissetti.
“İbrahim, her yıl buradaki Üniversiteye , benim anlattıklarımın benzerini anlatan ünlü, ünsüz yazarlar geliyor. Konuşuyorlar. Gençler dinliyorlar. Konuşmadan sonra çoğu unutuyor, Geçen Alpaslan Hoca da davet etmişti. Gelmiş konuşmuştuk.Çok soru soran olmuştu ama yanımıza gelen tek sen kaldın.Ünlü yazarlarda da bu aynıdır. “
İbrahim de güldü. Bana baktı . Gerçekten de beni anladığını gösteren bakıştı bu.
“Abi, siz görevinizi yapıyorsunuz Bir tane ben dinlesem de gene siz anlatın. Sizin göreviniz anlatmak. Gençler dinlemiyorsa inanın bu sizin değil onların sorunu ve onların sorununu bizim düşünmemizin boş olacağını söyleyen siz değil miydiniz? “
İbrahim’e hayretle baktım. Maşallahı vardı .7 konuşmada aynen bir Özgüven okulu hocası gibi bilinçlenmiş ve bana da dersler verecek hale gelmişti. İbrahim’de bu gelişimi görünce:
“İbrahim maşallah bayağı bilinçlendin. Ben kavuğumu sana devredeyim. Sen ders ver artık” dedim.
İkimizde kahkahayı patlattık. Gerçekten de hem eğleniyor, hem öğreniyorduk beraber İbrahim ile hayat her şeye rağmen güzeldi ve öğrenmek ve eğlenmeyi bir arada yapmak gerçek mutluluktu bize.
Bu arada konuşmanın sonuna geldiğimizi fark ettim. Önce İbrahim’e hediye edeceğim kitabı çıkardım. Bu Şemsi Tebrizi’nin” Aşkın 40 kuralı” Kitabı idi. Az Yayınlarından çıkan bu kitabı Selçuk Alkan hazırlamıştı. Ben not tutarak okumuş ve çok faydalanmıştım.
“İbrahim en iyi gözlem yapan insanlar olarak Mevlana ve Şemsi Tebrizi’yi görüyorum. Aşkın 40 kuralı hayatı , olayları ve insanları anlamanı sağlayacak bir kitap
“Çok sağ ol abi çok güzel bir kitap, hemen okuyacağım, gözlem yapmak yeteneğim gelişecek inanıyorum” dedi.
“Konumuzla alakalı olarak da Bir dostuma yazdığım “ Bakanlar ve Görenler” mektubumu sana veriyorum İbrahim kardeşim. Bu dostumun sen olduğu bilinci ile okumanı dilerim”
BAKANLAR VE GÖRENLER
Sevgili Dostum,
Bakmakla görmenin, duymakla işitmenin ve anlamanın aynı şeyler olmadığını ne yazık ki halen toplumumuzda çok insan bilmemekteler. Bizler yaşadığımız için bakmakla görmenin , işitmekle anlamak ile duymanın aynı şeyler olmadığını çok iyi bilmekteyiz değil mi ? Bunları bilmemize rağmen bu mektuplarımızın amacı bilinen şeyleri tekrar hatırlamak , hafızamızı tazelemek , bilmeyene de sevgi dolu mektuplarımızla anlatmak aslında.
Can dost,
Bakmak , sadece bir nesneye onu iyice algılamadan bakmaktır. Hayvanda bakar insanda ama insan akılının olması münasebeti ile aynı zamanda da bilinci varsa baktığını görmenin sevincini yaşar her zaman. Bakan insan bazı şeyleri göremiyorsa o zaman dikkatlice bakmamış ve görememiş demektir.
Can dost,
Bakmak ve görmenin özünde aslında insanı anlamak yatar. İnsanı anlamakta aynı zamanda hoşgörü ve sevgi ile empati ile bakabilmeyi ve karşısındaki insanın özünü görebilmeyi içerir.Derler ki “ cevizi kırarak içini göremeyen insan , cevizi kabuktan ibaret sanır” Halbuki cevizin kabuğunu kırarak, içindeki cevizden akıllı insan ne güzle yiyecekler yapar ve , ceviz içinin ne büyük nimet olduğunu anlayarak mutlu olur.
Can dostum,
Bence bakmak cahil insanın , görmek , anlamak ve karşısındaki insana hakiki manada görmek işinin de alim , insan sarrafı , bilge insanların işi olduğuna candan inanmaktayım. İnsanı anlamak , ona göre davranmak hem hayatımızı kolaylaştırmak , hem de insanların bizlerin bilgi ve sevgisinden hakiki manada faydalanmasına sebep olur.
Can dost ,
Bir gözle bakabilmek vardır, birde o baktığına kalbinle ve beyninle bakabilme vardır . İnsan vardır zahiri gözü görür ama kalp gözü , beyin gözü görmez. İnsan vardır ki, zahiri gözü görmez ama kalp gözü görür , seni ve beni anlar. Burada önemli olan ve faziletli olan kalp ve beyin gözü ile görmektir. Ben seni hem kalp gözü , hem zahiri gözü ile bana bakan, beyni ilke beni gören ve anlayan bir dost olarak görmekteyim. Bu yüzden de bu sevgi ve anlayışına teşekkür etmeye sana yazmaktayım.Beyni ve kalbi ile görmeyenler insanları tam anlayamayacakları için , onlara ben yarım insan gözü ile bakarım. İnsanlar her şeyde dış görünüşe baksalar da ben insanın beyni ve kalbi ile görüp görmediğine bakarım sadece .
Can dost,
İnsanların çoğu işlerine geldiği gibi yorumlarlar olayları. Tarafsızlıktan yoksun insanları ben bakanlar olarak yorumlarım. Tarafsız yorum yapanlar , işin içine çıkarlarını koymadıkları zaman olayları gerçeğe yakın olarak yorumladıklarından dolayı da bunlar hakiki manada kalp ve beyni ile görenlerdir. Böyle insanları hayatımızda nerede ise diyojen gibi mumla aramaktayız . Bulursan bana da haber et de onunla dostluk kuralım olmaz mı ?
Can dost,
Bugün gençlere baktığımız zaman, lisede okuyan, Üniversitede okuyan insanlara , baktıkları ama görmediklerinden insanları iyi tanımadıklarından dolayı da kötü niyetli insanların tuzaklarına çabuk düşebildiklerini ve bu tuzakları anlayamadıklarından bazen hayatları ile bu bedeli ödemekteler.Bu yüzden geçlerimiz hem bakmak , hem de insanları görmek zorundalar. Hem insanları sevmek, hem de kötü niyetli olanlarından sakınmak zorundalar. Kötü niyetli insanları da başkalarının fikirleri ile değil de kendi görüşleri ile tanımak zorundalar. Ama bunu da anne ve babalar çocuklarına anlatmalı. Okul yönetimleri söylemeliler ki , insanlarda anlasınlar.
Can dostum,
Bakan ama göremeyen çok demiştim hani. Düşünmekteyim de , bakan ve baktığını da gören, anlayan insanlar ne kadar çok olursa bu memleket o kadar çok ve hızlı gelişir bence. Onu da başaracak olan eğitimdir. Bu eğitimi de okula kadar önce anne ve baba . Yani anne ve baba olarak bizler, sonrasında hem aile hem okul olarak vermek zorunda. İyi öğretmen ve ailede yetişen çocuk zaten bakacak , baktığını gerçekten görecek ve anlayacak ve tedbirini de ona göre alacak demektir.
Can dostum,
Bakan insan , aynı zamanda görebilirse , seçimlerini de mantıklı ve gerçek manada yapacak , önce güzel meslek seçecek, sonra kendisine hakikaten yakışacak olan insanları seçeceğinden güzel , mutlu ailesi olacaktır. Bu seçim meslek teşkilatları , belediye , milletvekili gibi ülke yönetiminde de söz konusu olacağından seçimini sadece bakarak değil, görerek yapan insan her zaman kazançlı olacaktır. Ama dedim ya bakan ama göremeyen insanların çok olduğu seçimde , hem bakan , hem de gören insanlarda zarara uğramakta. Bunun içinde millet olarak bakan ve gören insanların çok olmasına hepimiz vatandaş olarak çalışmak zorundayız. Bakan , gören ve bilinçli olan vatandaşın olduğu yerde , yönetimde zaten ona göre davranacaktır. Atalarımız boşuna “ At sahibine göre kişner” dememişler değil mi ?
Can dost,
Bakan ve gören insanların sayısı az olduğu kadar, Sadece bakan ama göremeyenler çok demiştik. Birde bakan ama gören insanlar sevgi ile , şefkatle bu bakan ama göremeyenleri eğitirlerse sabırla , o zaman insanlar da zamanla hem bakan hem de gören insanlar olacaklar, seçimleri de doğru olacak ve memleketimiz gelişecektir. Bu yüzden sizinle kurduğumuz dostluk ilişkilerini , başkaları ile de kurar ve mektuplarımızla , konuşmalarımızla , sevgimizle , bilgimizle bakanları görmeye teşvik edersek hayat hem bize rahat , hem onlara rahat olacaktır. Sence olmaz mı ? Muzip muzip gülümseme olursa olur de can dost.
Sevgili dost,
Toplumda az sayıda hem bakan hem de gören aydınlarımızı anlamış olsak , onların uyarılarını dikkate alsak ve sevgi ile , saygı ile kucaklasak zaman gelir ki , onlarda bakan ama göremeyenleri daha çok etkileyerek memleketimizi aydınlık yarınlara taşırlar. Ama bugün çoğumuz hem bakan , hem de gören , hem de bizi uyaranlara bırak saygı göstermeyi , hem alay ederek, hem de onları üzerek kendimizden uzaklaştırmaktayız çoğu zaman öyle değil mi ama ? Hep derim ya hayat zor değil ki. Hayatı zorlaştıran insanın tembelliği, cahilliği, anlayışsızlığı olmakta çok zaman işte .
Can dost,
Görüşlerimizi tam ve net anlatmak zorundayız. Herkesi memnun edemeyiz ama , insanlara hatalarını bile usulüne göre söylemek zorundayız. Bakanlara görmeyi de öğretmen, yani bilinçlenmelerine sebep olmak hayatta bizi başarıya götürür. Memleketimiz 70 milyon insandan ibaretse, biz bir insanın daha sadece bana değil, hem bakan hem de gören insan olmasını sağlarsak ülkemizi yetmiş milyonda bir olarak ileriye taşımış oluruz değil mi ama ? Bunun üzerine düşünmek ve kafa yormak lazım .
Can dostum,
Sana yazmak bana büyük zevk vermekte. İnsanların okumayı sevdiği kadar , yazmayı sevmesi, sevdiklerini hem yazarak hem konuşarak uyarması , bilgilendirmesi, onların bilgilerini de alması ne güzel duygu. Ama bunu yaparken karşısındaki insanı küçümsemeden, onunla alay etmeden, onun da bizimle aynı haklara sahip insan olduğunun bilincine vararak , bunu yaparsak hayat bizlere daha kolay gelecek.
Can dostum,
Dedim ya , gönül bir severse, o kadar sevmekte ki, beynimizdeki bilgi ve sevgi kağıtlara sevgi ile akmakta. Bu sevgi de seni ve okuyanı da etkilemekte , bu mektupları yazarken ve okurken gerçekten de büyük şevk ve heyecan duymaktayım. Bu heyecanı her insan duyar mı bilemem ama seninde bir dostundan mektup aldığın zaman aynı şevk ve heyecanı duyduğuna gerçekten inanmaktayım.
Selam ve sevgilerimle.
Dostun (Ama hakiki dostun)
“Tamam abi , bu mektubu severek okuyacak, dosyama koyacak, okumak isteyenlerle de paylaşacağım. “ dedi.
“Haftaya gene buluşuyor ve devam ediyoruz konuşmaya”
“Tamam, anlaştık”
Birer çay daha içerek ben evime, İbrahim ise Öğrenci evine güzel gözlemler ve sohbetler yapmış olmanın ve özgüvenimiz biraz daha gelişmiş olmanın mutluluğu ile ayrıldık.