Daha önce rahmetli Muhsin Demirci’nin başkanlığında görmüş, tadı damağımda kalmıştı. Bir minibüs adamla gitmiş, yaşlı yağmurlu bir günde ağaçsız, çimle kaplı yaylada kısa bir gezintiden sonra bastıran sağanakla salon gibi bir yere sığınmıştık.
Bu kadar görmeme rağmen yaylayı çok beğendim. Beğendiğim her şeyi önce aile bireylerime göstererek, okurlarımla da yazarak paylaşmak isterim, her zaman…
Uzun zaman sonra bu sene ailemle gitme kararı aldık. Ancak korona ev hapisliği bitti derken bu kez de Haziran yağmurları bastırdı. Gözümüz her gün hava durumunda. Nihayet 16 Haziranda yakalayabildik yağmursuz, güneşli günü.
Eşim, oğlum ve torunumla Muhsin Bey’in rotasını takip ederek Niksar’dan sonra Başçiftlik’in zor ve o kadar güzel manzaralı yoluna düştük. Niksar’ la Başçiftlik’in rakım farkı bin metreyi geçiyormuş. 27 kilometrelik kısa mesafe, düz bir yolla tırmanılmaz ki. Yol; aralıksız dönemeçler, yıkanmış gibi körpe yapraklı ağaç ve her türlü otsu bitki ve çiçeklerle bezenmiş.
Kaptanın dikkati ve nasıl yol aldığı bizi ilgilendirmiyor. Biz, yeşil cennetle mestiz. Görünen görünmeyen her yer, yeşile kesmiş. Bakımlı asfalt yol ve yeşil bir cennette tırmanarak ilerliyoruz. Aklıma şu anda Başçiftlik’te bulunduğunu bildiğim öğrencim, öğretmen arkadaşım Ercan Yavuzla buluşup hal hatır etmek, birer çay içtikten sonra yola devam etmek geldi. Telefonla aradım.
Ercan’ı Meydanda bizi bekler bulduk ben karşıdaki kahvede oturalım derken o, ısrarla evine götürdü. Bir köşe başında ki evi, yollar ayrımında güzel bir bina idi. Çaylarımızı içip vedalaştıktan sonra yayla yoluna koyulduk.
Başçiftlik yolunu cennet sanmıştım ama cennetten başka cennetler de varmış. Uçsuz bucaksız düzlük, çayır çimen, gelincik ve adını bilmediğim ama görüntüsünden zevk aldığım türlü otsu bitkilerin seyri, cana can katıyordu ve henüz başağa durmamış buğdaylarıyla daha değişik bir cennetti. Burada yeşillikle birlikte küçük doğal göllerde vardı. Cennet, altında ırmaklar akan sözleriyle tarif edilmiyor mu? Burada tarifte anlatılan her şey, vardı…
Arkadaşlarım, cennetin keyfini çıkarırken ben düşüncelere daldım: şöyle ki, ilçe büyüklüğündeki kasabalar kentlere özenmişler. Üzerinde kasabamız ya da köyümüze hoş geldiniz yazıları bulunan kapılar yapmışlar. Halı sahaları bile var. Ne ki uçsuz bucaksız çayırlarda ne insan, ne de hayvan izi görülüyor. Dışarıdan saman ve et ithal etmemizin sebebini anlamış, içim acımıştı.
Ayder gibi Perşembe yaylası da teslim olmuş, yapılaşmaya. Meğerse orada bulmayı umut ettiğimiz yeşilliği yollarda görmüşüz.
Yeşillik görmek için Perşembe yaylasına gitmek isteyenler. Bozçalı hududundan geri dönebilirler. Devam ederlerse benim gibi sükût-u hayale uğramayı göze alsınlar.
Benden söylemesi…