İlk iki bölümde yüksek katlı binaların olumsuzluklarından ve Ülkemizin yetiştirdiği iki önemli mimarımızın imara ve mimariye bakışı ile ilgili durum tespiti yapmaya çalışmıştım. Bu üçüncü bölümde de aynı konuya devam etmek istiyorum.
3-4 ay kadar önce idi. İstanbul’da 28’ci katta oturan bir dostum, selam sabahtan ve “neden 28’ci kat” şeklindeki sorum üzerine, adeta her iki Hocanın anlattıklarını teyit edercesine ayaküstü şunları anlattı bana:
“Başkanım bir yıldır filan semtte 28’ci katta oturuyorum. Arsa ortaklarımızın tercihleri sonunda bir müteahhide vererek 33 katlı bir bina yaptırdık. Bana da 23’cü kat verildi. Aynı kattaki iki dairemi de kiraya verdim. Ama bu binada olmaktan dolayı ailecek çok rahatsızız. 80-90 kişi içinde toplam tanıdığımız 5-6 kişiyi geçmiyor. Bunlardan ikisi de benim kiracılar. Bunların dışında selam verecek, gidip gelecek, hal hatır soracak başka kimse yok. Bu durum çektiğimiz yalnızlığı adeta kâbusa dönüştürdü. Aşağıda çok güzel bir parkımız, otoparkımız ve yeşil alanımız var ama çocukları asansöre bindirip gönderemiyorum. Zira çocuk aşağı katlarda asansörde kiminle karşılaşacak bilmiyorum ki. Sizin de bildiğiniz gibi ortalıkta bir sürü serseri ve manyak var. Böyle olunca da her şey göstermelik ve seyirlik olmak durumunda kalıyor. İşe gittiğimde bile aklım evde kalıyor. Hele bir de deprem ve savaş durumunda elektrik, asansör ve altyapı çalışmazsa halimiz nice olur diye düşündükçe aklım karmakarışık oluyor ve uykularım kaçıyor. Sanırım burada daha fazla kalamayacağız. Yakında şöyle 50- 60 metrekare bahçesi olan 3-4 katlı bir binanın ikinci veya üçüncü katında bir eve taşınmayı düşünüyorum.”
28’ci katta oturan birinin dünyası işte böyle. Bir de gökdelenlere meydan okuyan 40’cı ve 50’ci katta oturanın halini siz düşünün artık.
Şuna inanıyorum ki yukarıda da belirttiğim gibi ülkemizdeki dikey yapılaşma tutkusu acilen yerini yatay yapılaşmaya bırakmalıdır. Bu noktada şu hususu da özellikle belirtmeliyim ki, bir önceki bölümde ABD’den verdiğim örnekler, asla ABD’i övmek şeklinde değil, idarecilerimize örnek olabilmesi şeklinde anlaşılmalıdır.
Üzülerek ifade edeyim ki, Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Mehmet Özhaseki Bey’in “1994 yılı Belediyecilik yönüyle bir dönüm noktası olmuştur” şeklinde ifade ettiği anlayış 2005 yıllarından sonra unutularak, çok katlı ve çok kârlı gökdelen tipi binalar yapımına geçilmiş olup, kişisel hırs ve ihtiraslarla devam ediyor. Bu yüksek kat tercihi sebebiyle şehirlerimiz ve evlerimiz maalesef her gün biraz daha yabancılaştı. Sonunda, büyük ümitler ve beklentilerle başlanılan, kentsel dönüşüm uygulaması da, rantsal dönüşüme dönüşünce yüksek katlı bina yapımı sınır tanımaz bir mantıkla 10-20-30-40-50 katlı olarak devam etti ve ediyor. Birçok şehirde 40-50 kata kadar varan bu uygulamanın sonu nereye varacak çok merak ediyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, yukarda belirttiğim uyarıları sonrasında, kentsel dönüşümdeki bu çarpık uygulamanın sona erdirilmesi yönünde çalışmalar yapılacağının konuşulmaya başlanması fevkalade olumlu bir adım olarak görülüyor. Bu arada şunu da belirteyim ki, TOKİ’nin, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa gibi terör faaliyetleri sonucu tahrip olan illerimizde, yerli bir anlayışla ortaya koyduğu uygulamayı takdirle karşılıyorum. Buradaki uygulamaya, sıradan ve gelişi güzel bir proje ile değil, halkın farklı yaşam tarzlarını, ihtiyaçlarını ve şehrin sosyal, kültürel, coğrafi, özellikleri ve tarihi dokusu ile tüm yapısal özellikleri dikkate alınarak başlanılmış olup, yüksek kat tercihinden mümkün olduğu kadar uzak kalınmıştır. Haftaya dördüncü bölümle devam inşallah.
25.05.2018
Nizamettin Aydın