SU SERİNLİĞİNDE YÜRÜRKEN…
Mevlana ve Yunus Emre’yi yetiştiren asrın bu günlere yansıyan o kadar güzellikleri var ki bitmek tükenmek bilmeyen manevi iklimin saba rüzgârı serinliğinde daima varlığını hissediyorsunuz.
Milli ve manevi değerlerimizi kendi bütünlüğü içinde değerlendiriyorum.
Türk-İslam kültürü, ülkü bütünlüğüyle sürekli beslemektedir. Edebiyatın ve tarihin derinliklerinde kaynak olanlar, tarafımdan okunmuş, incelenmiş zaman zaman bilgi ve birikimlerim okuyucularımla paylaşılmıştır.
Teknolojinin ışık hızından daha önde değiştiği çağımızda herkes tarafından çok iyi bilinmeli, nedenler ve niçinler hanesinde yeterli ölçüde araştırma ve incelemeler yapılmalıdır.
Bir taraftan kültür emperyalizmi ile “vatan çocuklarını” din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar beslenmekte ve hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen ibadet aşkıyla muhafaza eden çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadırlar.
Milli ve manevi iklim istikametinde yetişecek gençler ülkemizin yarınları olacak, bize bugünden güven verecektir.
Öyleyse ümidi vatan diye ifade ettiğimiz yarının büyükleri bugünden asla ihmal edilmemelidir. Bütün imkânlarımız onların en iyi eğitim almaları yönünde planlamalı uygulamaya konmalıdır.
Gençler, yaşının gerektirdiği barınma, giyim, eğitim, gözetme, yönlendirme, zihinsel
ve duygusal kapasitelerinin gelişimi tespit edilmeli başta aile olmak üzerine okul ve çevre düşeni yerine getirmelidir.
Vakitse tamamdır. Batının bize vereceği ve öğreteceği hiçbir şeyi yoktur. Asırlardır bizden almaya alışkın olanlar vermeyi asla düşünmezler.
Biz ki insanı Yaradan’ın emaneti olarak sever ve koruruz. Zulmetmeyiz. Hor görmeyiz. İtelemeyiz, sadece severiz.
Aşk, gül ile bülbül muhabbetince gülümseyişimizdir.
Kuşun gönlü ile değil, kanadıyla takıntılı olanlar bizi anlayamazlar.
Rahmet kapılarının dört yanına yüreğimizi paspas yapmışız.
Yağmur bulutu olmanın yer ve gök arasındaki sorumluluklarını ıslanıştan öncesi ve sonrasında biliyor olma rahatlığında mevsimce serinlemenin mahsuru yoktur.
Dünya hayatımın hemen her döneminde takıldığım ve bir türlü cevabını alamadığım sorular… İçi çözülmezlerle doldurulmuş ısınmayan, gülümsemeyen duvarların koruduğu don tutmuş betonlar. Aşılmayan, tükenmeyen, son bulmayan problemler…
Su serinliğinde, zemzemin tat ve lezzetinde, ebedi hakikat ne ola ki sürekli benimle olsun.
Sevgili hep aranası şey midir?
Güzellikler aşk ile âşık arasında uzanan yolun kaçta kaçını kontrol altında tutmaktadır.
Karşılıklı ben olmanın erenler sofrasındaki makamını daima merak etmişimdir.
Görmenin derinliğinde bir türlü sağlıklı yürüyememek, sağlık problemlerinin varlığına işaret midir?
Seni bende, beni sende görmenin mutluluğuyla dört mevsim yedi iklim sonrasında gökkuşağı altında niyet tutmak istiyorum.
Niyet sonrası kaç adım önde, kaç adım arkada, sağda ve solda olurum bilmem.
Bildiğim, bilmediğim kadar çok yorgun olduğumdur.
Sahi bütünleşmeye karar vermek için parçalanmamız mı gerek.
Yıldızları kaybolmuş şehrin beyaz örtüsünde alabildiğince üşümek, gece ve gündüzü birbirine karmakla eşdeğerdir.
Hiç olmaya niyetli kendiyle barışık kim varsa, hep olamaya aday demektir.
Vücudun her noktasında kan dolaşımını etkileyen, bütün damarları kontrol altında tutan kuvvet yardımlarını üst seviyeye çıkarmalıdır.
Dil ve gönül ne kadar aynı paralelde olurlarsa hayatın kendi seyrindeki akıntıları sağlıklı çay, dere, ırmak hatta deniz oluyor demektir.
İki yaka arasında “Sen” nerede olacaksın.
Cana can verecek, can olacak kaç yürek, kaç bilek, kaç aşk kaldı bilmek gerek.
Yüreğimin derinliklerinde sürekli aradığım ve onca yıldır ulaşamadığım, tutamadığım, yaşayamadığım sadece vuslattır.
Hasreti akşamdan sabaha ayaz tutan, çise yiyen tende ısınacak hücre kalmış mıdır?
Beni benden alıp götürecek, kervanın merkezindeki aşk dünyalık beklentilerin yüzde kaçına hâkimdir.
Şimdi yılları yıllara ulayacak, avuçlarımda dünden ne kaldı ise yarınlarla bütünleştirmek için harekete geçmek istiyorum.
Sevginin hasrete bürünmüş doyumsuzluğunda, gecelere sırdaş olmuş birikimlerin uykularıma müdahale ediyor.
Ben uzaklarda on dört yaşlı yağız bir yiğit hasretiyle titriyorken… Mevsim kar makamında beyaza uzanıyor.
Yüklenmem gerekli ne kadar duygu alıyorum. Hece hece kelimeleştiriyor ve cümlelere salıyorum.
En güzel hediyenin de yürek olduğunu biliyorum.
Görülmeye değer rüyalarla kendi sessizliğimde umuda yolculuğa başlıyorum.
Biriktirdiğim, ulaşmak istediğim ve yazmayı düşündüğüm efsanelerim var, milli ve manevi dünyamı süsleyen ve harekete geçiren, iklimle yetişen gençleri bu günden selamlıyorum.
Yarın ne olur bilinmez, haydi, tut ellerimi ebediyen bırakma.
21/12/2012 /Ankara