Son günlerde ülkenin gündeminden bir türlü düşmeyen tarikatlar, bir kez daha tartışma konusu olarak hayatımıza girdi. Aslında hiçbir zaman hayatımızdan çıkmayan bu gerçek değer, nedense birileri tarafından ısıtıp ıslatılıp gündeme getirilmekte…
Asırlardır ruhumuzu, aşkımızı, sevdamızı vatan coğrafyamızın can damarı olan değerlerimizi, emperyalist düşüncelerinin kurdukları ajan provakatif örgütlerle (Ali kalkancı, Müslüm Gündüz, Fadime Şahin ve benzeri) organize ettikleri ahlaksızları bahane ederek bütün Müslümanların kurum ve kuruluşlarını zan altında bırakarak bir kez daha operasyon yapmaya kalkışıyorlar.
Hemen her dönemde ortaya çıkan ve birkaç meczubun yediği herze yüzünden bütün Müslüman camiasını suçlamak hiçbir aklıselimin yapacağı iş değildir. Bir sapığın yaptığı icraat yüzünden Hoca Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye, Şeyh Edebali’den Hacı Bektaşi Veli’ye, İmam Rabbani’ye, Şahı Nakşibendî’ye, Mevlana Celâleddin Rumi’ye ve Hacı Bayram Veli’ye kadar asırlar boyunca İslâm düşüncesinin sembolü olmuş değerlerimize hakaret etmek, onları aşağılamak, bu konuda fırsat kollayan şeytanların yüzünü güldürmüştür.
İslâm’da cemaatle beraber olmak hiç şüphesiz “hakla” ve “ hakikatle” beraber olmaktır. Cemaatten ayrı olmak, ayrı durmak, hangi akla hizmet ederse etsin; tefrikadır, ayrılıktır, bozgunculuktur. “Birlikten dirlik, dirlikten kuvvet, kuvvetten devlet doğar” anlayışına ters düşmektir.
Asırlar boyu kurduğumuz devletlerin dayandığı dört temel anlayış:” Kur’an Ahlakı”, “Sünnet Anlayışı” , “ Ahlak” ve “Fazilettir”. Bu anlayıştan birinin eksik olması demek devletin yıkılması, milletin dağılması demektir. Bu dört anlayışı; ruhunda, aklında yoğurarak hayata uygulayanların, üzerinde hür ve bağımsız yaşadığımız bu kutsal toprakları; canlarını, mallarını, seve seve feda ederek bize vatan yapan; Ahi birliklerinin, dervişanların, şeyhlerin, müridlerin, tekkelerin ve tarikatların olduğunu da asla yadsımak kendimizi inkâr etmekle eşdeğerdir.
Peki, sosyal hayatımızda zaman zaman gündemden düşmeyen meczupların, vatan hainlerinin (FETÖ gibi) yaptıklarından; tarikatlar ve şeyhler hiç sorumlu değillerdir? Diye bir soru akla geldiğinde ne demeli?
Evet, işte asıl sorun burada… Biz, bizi biz yapan değerleri örseleyip onları ayaklar altına alacağımıza, emperyalistlerin tuzağına düşeceğimize, ur neredeyse oraya odaklanıp ameliyatla kesip atmak gerektiğini her zaman unuttuk. Üniversitelerde kürsü tutup işin edebiyatını yapan kelli felli hocaların bile bir anda Yunusları, Mevlanaları, Şahı Nakşibendileri, İmam Ebu Hanefileri, Şeyh Edebalileri gözden çıkardığı kaos ortamından çıkmak; aydınlığa kavuşmak, tarihimizle, kültürümüzle irfanımızla barışık olmak ancak ve ancak sağ duyu sahibi olmakla mümkün olabilecektir.
Yoksa “Elimi öpen cennete gider”, “Benin yanımda olan hurilerden bir haremlik kurar”, “elimdeki seccadeyi satın alan cennette namaz kılmış gibidir”, “Bu kefeni alıp öldüğünde kefenlenenleri ne kabir azabı bulur, ne de cehennem ateşi yakar…” ve çocuk istismarı yapan sapıkları ve din bezirgâncılarını çok iyi tanıyıp bunların ipliğini pazara çıkarmazsak sonuç daha vahim olur, sosyal travmalar gündeme gelebilir.
“Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Sular dibinde mahi ile,
Sahralarda ahu ile
Abdal olup “Ya Hu” ile
Çağırayım Mevlam seni” diyen Yunus Emre anlayışını; bütün aşkıyla, bütün heyecanıyla yüreklerinde taşıyan gerçek ilim, irfan ve fazilet sahiplerinin bulunduğu tarikatlara dil uzatmak, en hafif ifadesiyle bu vatana, bu millete ve bu milletin kültürüne ihanettir.
M. Emin ULU