TAVUKLAR DA ÖĞRENDİ

TAVUKLAR DA ÖĞRENDİ

 

Köy öğretmeni için yaz tatilinde görev yerinde kalmak meslek sevgisidir. Hem köylüye öğretir, hem köylüden öğrenir öğretmen. Karşılıklı bilgilenme imkânı vardır.

                Köyde çalışırken tavuklarım vardı. Onların bakımını, Sağlıklı olmalarının püf noktasını öğrendim. Uyguladım.

                Bir kümes yaptım. İçine otuz tavuk koydum. Tavukların hangi dilden anladığını merak ettim. Komşularım:

“Cüüü cü cü  veya, cik ciiiik cik  diye sesliyor tavuklarını.

Ben denedim. Bu seslerle tavukları toplamakta zorlanıyorum.

                Okula giriş çıkışlarda zil çalmıyordum. Bekçi düdüğü kullanıyordum. Bu bir metal düdüktü. Gerisinde deposu vardı.  O depoda nohut büyüklüğünde sert ve yuvarlak bir cisim vardı. Bu cisim sesi titrek dalgalı çıkarıyordu. Islık sesinden farklı bir ses çıkı yordu. Hızlı üflemek yüksek ses, yavaş üflemek yavaş ses çıkarıyordu.

                Kümesin kapısından güneş ışıkları içeri süzülürken, son karanlıklarda arka pencereden kaçıyordu.

                Tavuklarda birer ikişer kümesten çıkıyordu. Düdükle uykusundan uyanan tavuklar önlerine yem atıldığını görüyordu.

                Akşam kümesin önünde toplandıklarına yemlerini yine düdük eşliğinde verdim.

                Buna uzun süre devam ettim. Hepsi o sesi tanıdılar.

                Artık onları düdükle çağırıyordum.  Ben düdüğü çalınca uzaktan duyup, koşarak veya uçarak yanımda toplanıyorlardı.

                Kümes okul bahçesinin içindeydi. Duvarın dışında küçük bir dere vardı. Derenin ötesi gara velinin harmanıydı.

                Harman zamanı yaklaştı. Veli emmi harmanda yığılı otu dağıtıyordu. Yanına gittim. Otu kurutup düzenleyeceğini söyledi. Düzenlendikten sonra samanlığa konur, kışın hayvanlara yedirilirdi. Adına da,  “ot kesi derlerdi. “ Bu süreci bildiğim için sormadım.

Selamlaştıktan sonra söze başladı:

                -Hocam sana bir şey sorayım mı?  Şimdi tatildesin. Ders yok. Sen her gün düdük çalıyorsun. Sesini duyuyorum. Okulun oradan geliyor. Ne yapıyorsun?

                -Tavuklara bakıyorum. Onlarla oyalanıyorum.

                -Şaka yapma hocam. Düdük çalarak mı?

                -Şaka değil. İstersen düdüğü çalayım mı? Harmana dalsın mı tavuklar? Dedim ve düdüğü üfledim. Tavukların tamamı,  koşarak, uçarak yanımıza geldiler. İkimiz de tavukların arasında kaldık. Sardığı sigaranın kâğıdını işaret parmağıyla yapıştırırken:

                -Hocam sen bunlara da mı ders veriyorsun? Diyerek gülmeye başladı.

                -Belli olmuyor mu? Dedim. Bir kah kaha daha patlattı.

                Tavuklar dağıldı otlanmaya başladılar. Bende oradan ayrıldım. Akşam yakındı.

                Kümesin önüne gelince onları yine düdükle çağırdım. Artık alışmışlardı. Beni yormuyorlardı. Yanıma toplandılar. En son gelen çil horoz oldu. Çok kibirli bir yürüyüşü vardı. Düdük sesinde yem olmadığı zoruna gitmişti.  Hareketleriyle kızgınlığını anlatıyordu. Kendince haklıydı. Gurubun içinde en büyüktü. Liderdi. Güçlüydü.

                Bilmediği bir şey vardı. Bu düdük, hiçbir zaman onun istediği saatte çalmayacaktı.

Osman Kablan:

This website uses cookies.