TEBLİĞ -2- İKİNCİ BÖLÜM

Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kurduğu ve elli yıla yakın zamandır bizzat yönetip yönlendirdiği Milli Görüş hareketi bazılarının zannettiği gibi asla reaksiyoner bir hareket olmamış, tam tersine çözümün ne olduğunu somut projelerle gösteren aksiyoner bir hareket olmuştur. Erbakan, son 100 yıldır İslam dünyasının siyası çalkantılar içinde kıvrandığı, Ehli Sünnet düşüncesine, milli ve manevi değerlerimize karşı her cepheden başlatılan yıkıcı ve alaycı akımların had safhaya ulaştığı bir dönemde adeta her şeyi yerli yerine oturtmak, kadim medeniyet kültürümüzü yeniden hayata geçirmek için ölesiye bir mücadeleye girmiştir. Bunu yaparken hakaretten, aşağılamadan, kuru ve nefsani iddialardan uzak kalmış, birlik ve beraberlik duygusunu ile İslam kardeşliğini sürekli önde tutmuş, sapkın, art niyetli, yalan – yanlış fikir ve düşünce akımlarını teşhis ve tedavi etme çabasından asla vazgeçmemiştir. Özellikle İslam toplumlarının son yüzyılda yaşadığı yenilmişlik psikolojisinden kurtulması için ahlaki ve manevi değerleri öne alan, ekonomiden dış politikaya, sanayi ve teknolojiden İslam Birliği’ne, eğitim sistemimizden sosyal hayatımıza kadar birçok somut projeyi bizzat ortaya koymuştur. O, bütün bu projelerle hak ve adaletin hâkim olduğu YENİ BİR DÜNYA kurma gereğini ve özlemini hep yürekten arzulayıp, yaşadığı her türlü zorluk ve engeller karşısında asla pes ermeden son nefesine kadar sürdürdü. Bazı kardeşlerimize YENİ BİR DÜNYA hedefi ilk anda uçuk ve uzak bir hedef gibi görünüyor olabilir. Ama unutmayalım ki Peygamberlerin, birçok İslam ulemasının, büyük fetihler gerçekleştirmiş olan komutanların, hatta bazı müsteşriklerin bile ortak özelliği adil olmak, mazlumun yanında olmak ve cihanşümul olmak olup, her biri kendi hayatlarını hiçe sayarak, insanlığın onuru, güvenliği, huzuru ve HAK’ı tanımaları için feda etmişlerdir. Onlar, hedef kitle olarak, sadece akrabasını, ırkını, şehrini ve ülkesini değil, bütün bir insanlığı öne almak suretiyle yapmışlardır tebliğlerini. Onları yücelten, büyüten ve sevdiren de bu özellikleridir. Sayın Erbakan’ın hayatını düşündüğümüz de, aynı prensipler için canhıraş bir gayret içinde olduğunu fark etmek zor olmasa gerek. Bu özellikleri sebebiyledir ki, insanımız O’nu, yakın tarihimizde hiçbir fikir ve devlet adamına nasip olmayan “ERBAKAN HOCA” veya “MÜCAHİT ERBAKAN” olarak anmış ve anmaktadır. Erbakan Hocamızın sık sık söylediği “Görevimiz tebliğdir. Biz particilik yapmıyoruz. Biz cihat yapıyoruz.” sözleri ile “Biz bu yaptıklarımızı ve söylediklerimizi oy almak için değil, Allah rızası için yapıyoruz. Allah rızası için….” şeklindeki ifadeleri her şeyi çok açıkça ortaya koymaktadır.

İşte bu anlayışla, Erbakan Hocamız da her türlü imkânsızlık ve karşı duruşlara rağmen yerine getirmekle mükellef olduğuna inandığı tebliği görevi sırasında, başta Resulüllah (sav) Efendimizi,  Ashab-ı Kiram’ı, Doksanı geçmiş yaşına rağmen İstanbul’un fethine katılıp şehit düşen Eba Eyüp El-Ensari’yi, Fatih Sultan Mehmet Han’ı ve ömrü boyunca Siyonizm’e karşı sayısız mücadele veren Sultan Abdülhamid Han’ı kendisine rehber edinmiştir.

Bilindiği gibi Tebliğin kelime anlamını bir inancı, bir haberi, bir emri veya bir usul ve kaideyi bir başkasına bildirmek olarak açıklamak mümkün olup, İslami literatürdeki manasını, Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara bildirmek olarak izah edebiliriz. Cihadın bir şubesi olan tebliğ sözle, yazıyla, insanlarla olan ilişkilerindeki hal ve davranışlarla, olumlu veya olumsuz bir konuda sergilenen olumlu veya olumsuz duruşla, gerektiğinde de sıcak savaş gibi çeşitli vasıtalarla yapılabilir. Güvenilir kişi ve kurumlar Tebliğin, cihadın ilk şubesi olduğunu bildirerek Maide suresi 67. Ayette ifade edilen “Ey şanlı Resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan peygamberlik görevini yapmamış olursun.” Şeklindeki ifade ile Rad suresi 40. Ayette ki “(Ey Resul) Sana düşen tebliğ etmek, bana düşen hesaba çekmektir.” ifadesini göstermektedirler. Yine önemli sayıda ki kaynakta konuyla ilgili olarak Mekke de nazil olan Furkan Suresi 51 ve 52. ci Ayetler delil olarak gösterilmektedir. 

      Allah’ın hükümlerini tebliğ eden müminin, tebliğ ettiği hususlara uyulması için insanlara yaptığı çağrıya ise DAVET diyoruz. Cihadın bir başka şubesi de, Al-i İmran 104 cü ayette açıkça bahsedilen Emr-i bil ma’ruf ve Nehy-i anil münkerdir ki, yeryüzünde iyiliği hâkim kılıp, kötülüğü yasaklayıp ortadan kaldırmayı ifade eder. Bu husus öncelikle idarecilerin ve âlimlerin sorumluluğunda olsa da, gerek tebliğ, gerek davet ve gerekse Emr-i bil ma’ruf ve Nehy-ı anil münkirin ayet ve hadislerle farz ibadetlerden olduğu açıkça bildirilmiştir. Yani, her Müslüman tıpkı namaz, oruç, hac ve zekât gibi tebliğ görevinden de mesuldür.  Aşağıda sunacağım ayetlerde Mevla’mız tebliğin şeklini ve yöntemini ve gereğini çok net bir şekilde bildirmektedir. Fussilet süresi 34 cü ayette “Kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman göreceksin ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sıcak bir dost oluvermiş?” denilmektedir. Diğer taraftan Ebu Davut- Melahim 16, Tirmizi- Fiten 9, İbn-İ Hanbel- V 338 de nakledilen şu meşhur Hadis-İ Şerif de ise Allah Resul’ü şöyle buyurmaktadır: “Bana hayat bahşeden Allah’a yemin olsun ki, siz ya iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız, ya da Allah kendi katından sizin üzerinize azap gönderir. O zaman dua edersiniz, lakin duanızı kabul olmaz.” Bu ve benzeri Ayet ve Hadisler tebliğin yapılmasında ki yöntemi ve önemi çok açık bir şekilde ifade etmektedir.  Günümüz şartları dikkate alındığında cihat ve tebliğ farzını hakkıyla yerine getirmenin en büyük ama aynı zamanda en zor ibadetlerden olduğu aşikârdır. Bu durumu İmam Gazeli “Şuur yoksunu bir toplumu cihada çağırmak, kabirlerdeki ölüleri çağırmak gibidir” sözleriyle ifade etmektedir.

06.07.2018

Nizamettin Aydın

 

Tokat Haber:

This website uses cookies.