S.A… Yazımızın başında tebliğin tarifini yaparken “peygamberlerin vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırmasıdır” demiştim. Buradan anlamamız gereken sadece namaz, oruç, zekât ve hac gibi temel ibadetlerin tebliği anlaşılmamalıdır. Allah, Rum/39, Nisa/160-161, Ali İmran/30 ve Bakara 275-279 da açık ve net olarak faizi yasaklamışken, bir ülkede faize, dünya gerçeği anlayışıyla yaklaşılıyorsa, ben Müslümanın diyen kişinin, faizli sitemin zulüm düzeni olduğunu söylemesi tebliğdir. Allah Nisa /34 de ailenin reisi (yönetici) erkektir demişken, bir ülkede kadına ve erkeğe farklı statüler tanımışsa, ben Müslümanım diyen kişinin, cinsel eşitliğin de, eşcinsellik gibi sapkın düşünce ve eylemlerinde (4/15-16, 7/80-81) yanlışlığını anlatması tebliğdir. Allah 4/15, 17/32, 24/2 de zinayı yasak ederken, bir ülkede zina serbest olmuşsa, Müslümanım diyen insanın, bu uygulamanın yanlışlığını anlatması tebliğdir. Allah, 2/173, 16/15, 5/3 de domuz etini haram kılmışken, bir ülkede domuz kasaplık hayvan sınıfına alınmışsa, Müslümanım diyen kişinin bu uygulamanın yanlışlığını anlatması tebliğdir. Allah 24/31 de kadının da erkeğin de sokakta nasıl yürüyeceğinden nasıl giyinmesi ve nasıl konuşması gerektiğine kadar belirtmişken, sokaklar giyinik çıplaklarla, kadınlaşan erkekler ve erkekleşen kadınlarla dolmuşsa, Müslümanım diyen insanın bu durumun yanlışlığını anlatması tebliğdir. Allah 4/7-11-14 de miras konusunu beyan etmişken, bir ülkede buna izin verilmeyip, farklı uygulamalar dayatılıyorsa, Müslümanım diyen insanın itirazını dile getirmesi tebliğdir. Allah, 62/ 9-11 de Cuma günü namaza çağrıldığınızda Allah’ı anmaya koşun ve alış – verişi bırakın derken, bir ülkede cuma namazı vaktinde okulda ders, kışlada eğitim varsa, ben Müslümanım diyen kişinin bu durumun doğru olmadığını anlatması tebliğdir. Allah 5/8-42, 3/21 de adil olmayı emrederken, bir ülkede akraba, eş – dost gönüllemesi yapılıyorsa, halkın % 80’i adalet mekanizmasına güvenmiyorsa, ben Müslümanım diyen birisinin bu uygulamanın yanlışlığını söylemesi tebliğdir. Allah 4/58’de işi ehline verin derken, bir memlekette buna uyulmuyor da başka faktörler dikkate alınıyorsa, Müslümanım diyen kişinin bu yanlışlığı anlatması tebliğdir. Allah, Bakara /75-76-79-80-88-89-93, Al-i İmran /21-77, Nisa /46-55, Maide /41-51 gibi onlarca ayette Yahudileri kınamış ve lanetlemişken, bir ülkede İsrail’le ikili ilişkiler geliştiriliyor ve yıllardır devam eden Yahudi zulmüne karşı ciddi bir duruş sergilenmiyorsa, ben Müslümanım diyen insanın bunun yanlışlığını anlatması tebliğdir. Allah, Bakara /219, Maide /90-91 de içkiyi ve kumarı açıkça yasaklamışken, bir ülkede bu işler devlet eliyle yapılıyorsa, ben Müslümanım diyen insanın bu yanlışlığı anlatması tebliğdir. Allah Müslümanlar kardeştir derken, üstünlük ırkta değil, takvadadır derken, bir ülkede müslümanları paramparça eden ifadelerle, ırki üstünlüğü belirten sözler revaçta ise “ben müslümanım” diyen insanın bu görüşün İslami olmadığını anlatması tebliğdir. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Ancak demek istediğimin anlaşıldığını umarak geçiyorum.
Tebliğin önemini belirten olaylardan biri de Peygamberimizin, ilk bakışta aleyhte gibi görülen Hudeybiye anlaşmasını kabul etmesidir. Zira, Hz Ömer gibi önemli bazı sahabelerin itirazına rağmen, Peygamberimizin bu anlaşmayı imzalamasının en büyük sebeplerinden biri de antlaşmaya konan “10 yıllık barış” maddesidir. Zira Peygamberimiz bu 10 yıllık dönemde tebliğ görevinin daha rahat ve etkili yapabileceğine inanıyordu. Yani, tebliği savaşa tercih etmişti. Gerçekten de durum öyle olmuş, antlaşmanın bozulmasına kadar ki iki yıllık dönemde Allah Resulü birçok sahabeyi kabilelere İslami tebliğ etmek üzere görevlendirmiştir. Peygamberimiz bununla da yetinmeyip, Amr b. Ümeyye’yi, Habeşistan Kralı Necşi’ye, Dihle b. Halife el- Kelb’i Bizans İmparatoru Hiraklis’e, Htip b. Ebi Beltea’yı, İskenderiye Kralı Mukavkıs’a, Abdullah b. Huzeyfe’yi Fas Kralı Kisra’ya, Şüca b. Vehb’i Gassaniye birer mektupla birlikte elçi olarak göndermiştir. Peygamberimizin uzak diyarlara gönderdiği tebliğ elçilerden biri de, Çin’e gönderdiği Vehb b.Ebi Kebşe’dir. Çin’deki Müslüman varlığı işte bu sahabe eliyle var olmuş ve bu gün halâ ziyaret edilen cami de onun döneminde yapılmıştır. İşte bu çaba ve gayretler sayesindedir ki Hudeybiye antlaşmasından iki yıl sonra 10 bin kişilik bir ordu ile Mekke feth edilebilmiştir.
Tebliğ ve davetle ilgili bir başka bakışı da şöyle sunmak istiyorum. Yeri ve sırası geldiğinde Anadolu’nun İslamlaşmasından bahsederiz sık sık. Bu İslamlaşma kendi kendine mi olmuş, nasıl olmuş, kimler sebep olmuş, çoğu zaman bunları düşünmeyiz. Bu vesileyle onların tamamını rahmetle, minnetle ve şükranla anmak istiyorum. Zira, çoğumuzun bildiği veya duyduğu Merkez Efendi, Aziz Mahmut Hüdai Hz, Tapduk Emre, Mevlana, Yunus Emre, Muhiddin Arabi, Ahmet Yesevi, Hacı Bayam-ı Veli, Haci Bektaş-i Veli, Ahi Evren ile Anadolu’nun her köşesinde sadece kabirleri kalmış yüzlerce Evliya, Enbiya ve başta İstanbul ve Diyarbakır olmak üzere yüzlerce Sahabenin Anadolu’yu, hatta 24 milyon kilometrekare toprağın İslamlaşmasındaki katkısını kim inkar edebilir. Bu insanların tamamına yakını doğduğu yerde kalmamış, evini-ocağını, yerini-yurdunu, eşini-dostunu ve işini-gücünü terk edip, tebliğ ve davet yoluyla Allah’ın dinini yaymak için hiç bilmedikleri diyarlara hicret etmişlerdir. Hepsinin, Allah için yola çıkmış olmalarının dışında ortak bir özellikleri daha vardı. O da, her birinin elinde silah değil, Kur’an oluşuydu. Çünkü hepsinin asıl derdi ve amacı, insanların kanına girmek değil, gönlüne girmekti.
Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi tebliğ ve davet, Ayet ve hadisler ışığında yapıldığında Allah tesirini halk edecektir. Velev ki etkili olamadık, karşımızdakine tesir edemedik, davetimize icabet etmedi, inadını ve hakkımızdaki olumsuz düşüncesini değiştiremedik, düşmanlığını azaltamadık. Ne olur? Olacak olan, tebliğcinin mesuliyetten kurtulmasıdır. Son olarak Kur’an da tebliğle ilgili bulabildiğim ayet numaralarını siz değerli okuyucularla paylaşmak istiyorum. Fayda umarak bulabildiklerimi arz ediyorum. A’faf 61-62-65-67-68-79-85-157-158, Nisa 31-34-58-59-61, İsra 53-105, Maide 19-48-54-67-92-99, Yunus 100, Hut 2-57, Nahl 35-125, En’am 48-50-90-106-107, Şura 48, Şuara 15, Hac 22-49, Enbiya 107, Kasas 56, Al-i İmran 104-159, Cin 23, Kaf 45, Fatır 23-24, Ankebut 18, Sebe 28, Nur 54, Furkan 56, Taha 44, İbrahim 26, Fetih 8, Nur 54, Sad 65, Kehf 56, Ahzap 45, Fusilt 4, Ahkaf 9, Nur 61, Bu ayetler okunduğunda görülecektir ki tıpkı namaz, oruç zekat ve hac ibadetleri gibi tebliğinde esas ve usulleri vardır. Bu bakımdan tebliğ ibadetini de iç kimse canının istediği gibi, hoşuna gittiği gibi, kolayına geldiği gibi, aklına estiği gibi yapamaz ve yapmamalıdır. En doğrusunu Allah bilir. A.E.O.
(Not: 3 bölümlük TEBLİĞ yazısının son bölümü, 18 Ekim Cuma günü çıkacaktı ancak teknik bir aksaklıktan ötürü bugüne verilmiştir.)