Biz yazar ve şairler dostlarımız hakkında yazarız. Arkadaşım, dostum, ağabeyim Hayrettin İvgin hocamın hakkımdaki yazısını okuyucularımla paylaşıyorum.
Teşekkürler hocam…
“OSMAN BAŞ İYİ BİR ŞAİRDİR
Nasıl ki hâlâ Piramitlerin, Sfenks’in sırları açıklanmayı bekliyorsa, şiir de öyle…
Şiirin muammasını çözmek zordur, hatta mümkün değildir. Çünkü şiirin sırrı şairde saklıdır. Şair bize içindekileri anlattığını sanır, okuyanlar da anladıklarını sanırlar. Biz şairin ortaya koyduğu şiir denilen labirentin tüm girdi-çıktılarını, koridorlarını gezsek de çıkış yolunu zor buluruz.
Herhalde bütün sanatlarda da bu böyle… Sanatçıyı eserinden hareket ederek kolay anlamak ve anlatmak zordur.
Zaten o sebeplerdir ki, şiir tahlilleri dediğimiz yaklaşıma; yazarlar, araştırmacılar, edebiyatçılar fazla girememişlerdir. Girenlerin de şairi ve şiiri tam anladığını söyleyemeyiz.
İnsanın ruh yapısını analiz eden ruhbilimciler, hastasını niçin konuşturuyor sanıyorsunuz? Onu rahatlatmak için değil herhalde. Anlattıklarından onun ruhsal durumunu ortaya koymak için yapıyorlar bunu. İnsanın aynasıdır söyledikleri, yazdıkları ve şiirleri. Ama ne yazık ki bu ayna, insanın içini ters yansıtır bize. Eğer gördüğümüzü düz okumaya çalışırsak yanılırız. Çünkü şair, şiirini yazarken gündelik hayatın ruh ikliminden çıkıp başka iklimlere dalarlar. Şair; girdiği bu yeni ruh ülkesini aynen dışarıya (yazıya-mısralara-şiire) yansıtabiliyorsa o eser başarılıdır.
Evet! Her zaman söylenir; şiirde dil zenginliği ve üslup önemlidir. Tamam, ama dil ne kadar zengin olursa olsun, eğer şair “üst-ben”ini bu zengin dili ile yazdıklarına yansıtamıyorsa ne söylese nafiledir. Ben öyle halk ozanları tanıyorum ki, kelime haznesi son derece düşük olmasına rağmen, orijinal söylemeyi becermektedirler. Bu durum geçmişte de vardı.
Demek ki şiir; zihnin, akıllı olmanın, öğrenimli olmanın, hesaplı bir düşüncenin ürünü değil, içgüdünün eseridir. Bu içgüdü, şairde ne derece soyut düşüncenin cansızlığına bulaşmışsa şiir o derece canlılık kazanır.
“Şiir yazmak için şartlar nedir?” diye hep sormuşumdur. Doğru dürüst ne ben cevap verdim, ne de bu işi iyi bilenler cevaplandırabildi. Her şeyden önce şiir yazmaya mecbur muyuz? Bunun cevabını almak gerekir. Eğer bizi şiir yazmaya zorlayan bir ortam varsa, işte şartlardan birisi budur. Diyelim ki şiir yazmaya zorunluyuz, ama yazmak istemiyoruz. Demek ki şiir yazmanın şartı oluşmamış. Eğer mecbur olduğumuz bir ortamda şiir yazmak isteğimiz içimizde varsa, işte şartlardan ikincisi de budur. Diyelim ki şiir yazmaya zorunluyuz, yazmak da istiyoruz, yani ortada yazmak için iki şart var. Ama yapamıyoruz, beceremiyoruz şiir yazmayı. Demek ki şiiri yazmayı yapabilmektir. Etti mi üç? Şiir yazmak için bu üç şartın bir arada olması gerekir. Zorunlu olacağız, yazma isteğinde olacağız ve şiir yazmayı becerebileceğiz.
Bu kadar sözden sonra gelelim Osman Baş’ın şiirlerine… Bir kere Osman Baş bir şairdir, yazardır. Bunun altını çizmek istiyorum. Bu kitaptaki şiirlerin tamamını tek tek okudum. Hem de sindire sindire… geveleyegeveleye… Altını çizerek. Bu yazılanların birer şiir olduğunu bağırarak söyleyebilirim. Benim hiç yapamadığım şey, şiirdeki sırları çözmek. Yazımın başında da dediğim gibi şiirin sırrı, şairinde saklıdır. Sır çözmeyi, şiir tahlilleri yapanlara bırakıyorum.
Osman Baş, bir eğitimcidir ve bir yazardır. Öyle güzel ve etkili denemeler yazıyor ki, ben onu “gerçek bir deneme yazarı” olarak nitelendirmiştim. Bunda haklıyım. Bir haklılığım da şu ki, Osman Baş bir şairdir. Şiir yazmak için gereken yukarda söylediğim üç şartı bir araya getirebiliyor.
Osman Baş, demek ki her zaman şair gibi şiir yazmaya kendini zorunlu hissediyor, yazmak isteği taşıyor. Ve de Osman Baş, şiir ortaya koymayı becerebiliyor.
Şimdi Osman Baş kardeşime sesleniyorum. “Osman Kardeş, bunlar şiir… Şiir böyle yazılır… Bizi güzel şiirlerle buluşturduğun için kutluyorum.”
Hayrettin İVGİN