USTAMIN ADI…

Üç arkadaş sohbetteyiz. Laf,  lafı laf, sigara paketini açtı. Söz döndü dolaştı ilk gençlik yıllarımıza geldi.

Osman:

“Saçlarım taralı, ak gömleğimin kolları kısa, ayakkabım boyalı. Tarlada çalışan insanlara selam verdim. Beni tanımıyorlar ama ben, onları tanıyorum. Tırpanı dikmiş, dinleniyorlar. Selamdan sonra: “Böyle yatmakla ekin mi biçilirmiş?” dedim. İçlerinden en yaşlısı, beni tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. Âşık Veysel’in “Çiftçiyisen çarık uyar ayağa / Boyalı iskarpin çirkince olur” dizelerinde vurguladığı gibi kıyafetimi ekin biçmeye yakıştıramamış olmalı ki, “Kolaysa sen biç ağa!” dedi.

Hemen kaptığım tırpanın sapını, bacaklarımın arasına alıp masatla bir güzel biledim. Ekini biçmeye başlayınca: Aha banağan anağan! Biliyo ya be diye şaşırdığını duydum. Bir baş biçtikten sonra tırpanı aldığım yere diktim.

Vee, ekin böyle biçilir ağalar dedim. Tarla da böyle bitirilir… Sonra kendimi tanıttım, güzel sözlerle vedalaştık.

Mustafa aldı sözü:

Söz tırpandan açıldı da. Tarlamızın yanında küçük bir çayırlık var. Çayırını biçer. Kışın hayvanları beslemek için dam başında kuruturuz. Çayırı biçtikten sonra da kalanları otlasın diye hayvanları süreriz, çayıra.

Bir gün babam, çayırı biçmemi söyledi. Çayır buğday ve arpaya benzemez ha!  Hele de ince veya yaş ise salladığın tırpanın altına yatar mübarek. “Çayır ince biçilmiyor.”  Türküsünü boşuna yakmamış halkımız. Tabii o zaman gencim. Gücüm kuvvetim de yerinde şükür.  Bir giriştim çayıra ki, olursa o kadar olsun. Yanıma gelen babam, “Ne yaptın Mustafa? Vur dediysek öldür mü dedik? Hayvanlara hiç bi şey bırakmamışsın. Kazımışsın sanki çayırı!”

Ben de köylüyüm ama ne biçtiğimi, ne de kimseden övgü aldığımı söyledim. Yalnız biçenlere azık ve su taşımıştım. Onu da söylemedim.

Bana da bunları yazmak düştü. Belki birilerinin hoşuna gider. İnsan, yapabildiklerini söylemeli… Ne demişler: Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur.

Rasim Canbolat:

This website uses cookies.