Son günlerde sosyal medyada vefakârlık üzerine pek çok konu gündeme geliyor. Hele siyaset arenasında vefa ve vefakârlık, insan haysiyetini incitecek boyutlara kadar uzanıyor. Bir zamanlar başbakanken; ağzı kulaklarına varan insanların, şimdi birlikte olduğu insanları yerden yere vurmak için kanal kanal dolaşması insanın ağrına gidiyor.
Şüphesiz insan haysiyetini, ahlaki değerler çerçevesi içinde tablolaştıran cihana değer kıymet pırlantalarından birisi “vefakârlıktır”.
Aslında vefa, sevgide sebat anlamındadır. İslâmi ölçülere göre sevgi, sevilen şeyin derecesi nispetinde büyür ve genişler. Hatta ulviyet ve kudret kazanma noktasına kadar varabilir. O hale varır ki, gönlerin baharı demek olan sevgi, sevilenin cismani varlığı, fani ufuklarda gurub etse de ebedi şahsiyeti gönül ufuklarını aydınlatmaya devam eder.
Böylesine ulvi bir sevgi olsa olsa evrenin yaratılışına vesile olan Resul-u Zişan Efendimizden başka kime yakışır? Elbette hiç kimseye… O ki, hayatının her anında Kuran ipine sımsıkı sarılarak insanlığın kurtuluşu için nice işkenceler görmüş, nice sıkıntılara katlanmıştır. Mahşer gününde “Ümmetim!… Ümmetim!..” diye feryad ü figan eden Efendimizden daha vefalı, daha vefakar, daha cefakar şu fani dünyada kim vardır?…
O’nun sonsuzluk yolunun, kulu ve kölesi olan büyüklerimizin hayatına baktığımızda, vefakârlığın silinmez tablolarının billur ışığında, sadece gözlerimizin değil, gönüllerimizin dahi parladığına şahid oluruz. Yesevi’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaşi Veli’nin, Hacı Bayram Veli’nin, Akşemseddin’in, Ebu Suud Efendi’nin, Molla Gürani’nin, Emir Sultan’ın ve daha nicelerinin hayatlarındaki ibretamiz sahneler, insanın sadece bedeni varlığı ile değil, ruhî benliği ile de insan olduğunun canlı sahnelerini ruhumuza taşır.
İşte böylesine bir duyguyu, kaybettiğimiz yakınlarımızın sevdiklerine, sevdalı olduklarına vefa borcumuzu ödemek de vefakârlığın bir göstergesi olmalıdır. Dün toprağa gömdüğümüz insanların hatıralarını yaşatmak, onlara sevgi ve saygı beslemek elbette insanlık görevimizdir.
Şu fani dünyadan göçüp gidenlerin; ardında okunacak, anılacak, yaşanacak bir şeyler bırakması da bir vefa örneğidir.
Bu yüzden özellikle kitaplar; onları yazanların, sevdikleri coğrafyaya bırakabilecekleri en büyük Vefa Ağaçlarıdır.
Kitaba, kitabı yazana ve okuyana verilen destek hiç şüphesiz geleceğimizin miftahıdır.
Bir şairimizin:
“Tarihe şeref tacı büyükler anılırken,
Yükselmede ruh; en yüce âlemlere yerden…
Bir rayihanın feyzi sarar ruhu derinden,
Geçmiş gibi, cennetteki gül bahçelerinden…” dediği gibi ruhumuzun cennetteki gül bahçelerinden feyiz almasını istiyorsak, vefakâr olmasını bilmeliyiz.
Dostlarımıza ihanet etmeden size tevdi edilen görevleri, emanetleri zamanında yerine getirmeliyiz. Yoksa sadece dostlarımıza değil kendimize bile ihanet etmiş oluruz…
Bu vesile ile Rahmeti Rahmana kavuşan dostum Ahmet Camgözoğlu ve Güreşçimiz Vehbi Akdağ’a Rabbimden mağfiret diliyorum. Mekânları cennet olsun…