YÜKSEK EDEBÎ MİRASIMIZ

Muhtemeldir ki insanlığın yaratılışı ile eş zamanlı olarak edebiyat da var olmaya başlamıştır. Çünkü; insan sadece biyolojik tarafıyla değil; aynı zamanda, psikolojik yönüyle de farklı bir canlıdır. Zira; bedenin beslenmesi kadar, ruhun beslenmesine de ihtiyaç vardır. Güzel bir söz, sanatlı her ifade kalbe şifadır. Bu gerçekten hareketle, hemen her toplulukta sözlü ve yazılı edebî ürünler kendiliğinden ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların bir kısmı, zaman içinde yazıya geçirilmiş ve kalıcı hâle getirilmiştir.

Bizim milletimiz, bu bağlamda edebiyata çok daha yatkındır. Nitekim, toplum olarak son derece duygusal ve sıcakkanlı insanlarız. Gerek duygusal yapımız, gerek bulunduğumuz coğrafyalar ve gerekse yaşadığımız olaylar, edebî eserleri doğurmuştur. Türk milleti hareketli hayat tarzı ve ince ruh yapısıyla edebiyat eserlerinin doğmasına son derece uygun bir karaktere sahiptir. Bu yönüyle; sözlü ve yazılı olmak üzere çok zengin bir edebî mirasımız ve geleneğimiz oluşmuştur.  Bu miras, çok zengin olmakla birlikte, yeterince istifade edildiği söylenemez. Bu zengin miras, ne yazık ki atıl durumdadır. Bir bakıma zengin babanın fakir evlatları gibi yaşamaktayız. Bunun doğal sonucu olarak da günümüz insanı, gözle görülen ekonomik, politik sıkıntılardan çok, kendi iç dünyalarında psikolojik bunalımı yaşamaktadır. İnsanlık git gide kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyor. Maddeten yükseldikçe ruh dünyasında alçalmalar gözlenmektedir. Her geçen gün, özellikle bizim toplumumuzda sanat ve kültür konuları daha da ihmal edilmektedir. Oysa, kalbin en önemli ihtiyaçlarından birisi edebî ve estetik ürünlerdir.

Ülke ve millet olarak eğer paramız varsa, otoyollarını, barajları, köprüleri, fabrikaları gelişmiş ülkelere ihale edebiliriz. Her türlü teknolojiyi ve lüksü yakalayabiliriz. Bolluk ve rehavet içinde yaşayabiliriz. Maddî dünyamızı sonuna kadar aydınlatabiliriz. Peki; ruhumuzu, gönlümüzü kimler aydınlatacak? Yunus Emre’leri, Mevlânâ’ları, Âkif’leri, kime ihale edeceğiz? Biz, bu açıdan şiirin, edebiyatın kısacası sanatın ve kültürün toplumumuz için daha çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Edebiyat, insan ruhunda her zaman farklı, ulvî ve derin duygular uyandıran bir sanattır. Edebiyat; aslında insanın ve hayatın ta kendisidir. Kimi zaman bir yutkunuş, bazen bir haykırış; ara sıra gök gürültüsü, çoğu zaman azgın bir deniz… Edebiyat, bazen de masum bir çocuğun bakışı, bir tomurcuğun açışı; suların çağlaması, yaşlıların ağlaması, yürekleri dağlaması; kızların gülüşü, oğulların düşü; dostluğun kaynağı, duyguların oymağı… Edebiyat, çoğu zaman da küllenmiş bir yara, atılmış bir nara, düşürür intizâra ve gezdirir diyârdan diyâra; bazen bir ana, bazen bir baba, bazen de ulaştırır bir yâra ve çıkarır hep Mevlâ’ya…

Türk milleti, yabancılar tarafından genellikle “savaşçı” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu gerçekte doğru bir tespittir. Ancak, eksiktir. Biz millet olarak savaşmaya da iyi biliriz, sanatı da. Bu açıdan Yahya Kemal Beyatlı’nın milletimiz için “ordu millet” nitelemesi yanında, biz de bir de “şair millet” sıfatını eklemek istiyoruz.

Bir millet toptan şair olabilir mi? Bu elbette mümkün değildir. Ancak, Türk milleti örneğinde olduğu gibi, milleti oluşturan fertler “şair ruhlu” olabilirler. Bu özellik, bazı milletlere Allah vergisidir. Türk milleti ince ruhu ve duygusal yapısıyla “şair ruhlu bir millet”tir. Dağ başındaki çobandan, pazardaki satıcımıza; şehirdeki insanımızdan köydeki analarımıza kadar hemen herkeste potansiyel bir şairlik gücü vardır. Bu güç, değişik oranlarda olabilir; kimi zaman ortaya çıkar kimi zaman da denizin dibindeki inciler gibi gizli kalır…

Bugün için bilinen ilk yazılı belgelerimiz kabul edilen “Göktürk Bengü Taşları”nda şiir sanatı açısından son derece dikkate değer edebî bir dil kullanılmıştır. Uygurlar, Karahanlılar ve onları takip eden dönemlerde şiirin hep baş tacı edildiği görülmektedir.  Türk devlet adamlarının aynı zamanda birer şair olduğunu da görmekteyiz: Ali Şir Nevayî, Sultan Hüseyin Baykara, Babür Şah, Ebulgazi Bahadır Han, Şeybanî Han, Şah İsmail Hatayî, Kadı Burhanettin, Fatih Sultan Mehmet, Kanunî Sultan Süleyman…

Asırlar ötesinden süregelen edebî mirasımız, 20. asra geldiğinde, varlığını farklı coğrafyalarda devam ettirmiştir. Bu miras, gittiği her mekânda yeniden canlandırılmış ve edebî gelenekler oluşturulmuştur. Günümüzde paramparça edilmiş de olsa her Türk boyunun kendine özgü bir edebî mirası ve geleneği mevcuttur. Aslî köklerimize sıkı sıkıya bağlı olan bu yeni gelenekler, Türk edebiyatının sınır tanımaz gül bahçelerinde boy veren rengârenk çiçekler gibidirler. Aynı milletin mensuplarınca ortaya konan bu ürünlerin her birisi koku, renk ve tür bakımından birbirine son derece yakındır.

Kamlar, bahşılar, yırcılar, cırcılar, akınlar, jıravlar, ozanlar, şairler hep aziz milletimizin ince ruhundan fışkıran duyguları terennüm ederler. Saha, Tuva, Altay, Hakas, Uygur, Özbek, Kazak, Kırgız, Kıpçak, Gagavuz, Oğuz… hâlen kendi gülistanlarında rengarenk edebî çiçekleri yetiştirmeye devam etmekteler… Bizse, en başta yeni nesiller olmak üzere, insanımıza bu üstün edebî mirası tanıtmak ve onlara köklerini hatırlatmak istedik.

Türk dünyasının muhteşem edebiyatı, Türkistan kadar geniş; Turan kadar sonsuzdur. Destanlarla başlamış, taşlara kazılmış; deri, tahta ve kâğıtlara yazılmış. Yusuf  Has Hâciple  irfana doymuş; Kaşgarlı  Mahmut’la  kendini bulmuş; Ahmet Yesevî ile gönüllere dolmuş; Dede Korkut’la soy soylamış, boy boylamış; Nasrettin Hoca ile güldürmüş; Mevlana ile muhabbete dönüşmüş; Yunus Emre’yle Hakka  varmış; Ali Şir Nevayî  ile denizlere dalmış, Fuzulî ile çöllere düşmüş; Köroğlu”yla çoşmuş, Âkif”le pişmiş; Yahya Kemal’le özlenmiş; Çolpan’la  parlamış; Şehriyar’la hatırlanmış; Cengiz Dağcı’yla ağlamış; Cengiz  Aymatov’la gürlemiş…

Asya steplerinde başlayan edebî maceramız, daha sonra daha sıcak iklimlere kaymış ve çeşitlenmiştir. Edebî mirasımız, Türk milletinin İslâm’la şereflenmesinden sonra, çok daha derinlik kazanmış, yüksek bir edebiyat külliyatına dönüşmüştür. Kıtalara sığmayan hayat akışımız, dünyaya yeni bir bakışımız olarak satırlara sığdırılmaya çalışılmıştır. Bu ana sütü gibi helal, yüksek edebî mirası doya doya kullanmak, hepimizin hakkıdır!..

Ertuğrul Yaman:

View Comments (1)

  • Türk dünyasında şirsel birgezi. bilgilendim, anımsadım, svindim, umutlalndım Teşekkürler sivgili Ertgrul kutlar devamını beklerim.. sevgilerimle...

This website uses cookies.